Cherreads

Chapter 2 - Açılan Kapılar

Uzun bir yürüyüşün sonunda Kanezawa köyü arkalarında kalmış, sis giderek yoğunlaşmaya başlamıştı.

Ahşap tezgâhların, kumaşların ve sessiz kalabalığın yerini; dar, taş bir patika aldı. Yol yukarı doğru kıvrılıyor, köyün sesini adım adım geride bırakıyordu. Ayoi geriye dönüp bakmadı. Orada bıraktığı hiçbir şey yoktu.

Keşiş yine öndeydi.

Bu kez bastonunu daha az yere vuruyordu; sanki köy sınırını geçtikten sonra taşıdığı yorgunluğa artık ihtiyacı kalmamıştı. Ayoi bunu fark etti ama bir şey söylemedi. Sormadığı her şey, cevabını biraz sonra alacakmış gibi hissediyordu.

Yol uzundu ama yorucu değildi.

Ağaçlar seyrekleşmeye başladığında, hava değişti. Daha serin, daha temiz… Rüzgâr yüksekte esiyor, yaprakları değil dalları sallıyordu. Ayoi'nin beyaz ipek elbisesi bu kez özgürce hareket edebiliyordu; omuzlarındaki kabarık kumaş rüzgârla birlikte hafifçe şişiyor, sonra sakinleşiyordu.

Sonunda patika düzleşti.

Ve tapınak göründü.

Ne köy tapınaklarına benziyordu, ne de görkemli bir mabede. Taştan yapılmıştı; sade, köşeli ve zamana meydan okuyan bir yapısı vardı. Çevresinde ne çanlar asılıydı ne de renkli süsler… Sanki tapınak, doğanın içine gizlenmişti.

Tapınağın arkasında ise asıl alan uzanıyordu.

Ormanla çevrili geniş bir açıklık.

Toprak düzdü, bilinçli olarak temizlenmişti. Ne taş döşeme vardı ne de çizilmiş sınırlar. Açıklığın farklı noktalarına yerleştirilmiş birkaç zabuton ve zafu, alanın tek düzenli unsuru gibiydi. Ağaçlar bu alanı çepeçevre sarıyor, rüzgârı ve sesi içeride tutuyordu.

Burası bir meydan değildi.

Bir sahneydi.

Ayoi adımlarını yavaşlattı. Burada hava bile farklıydı; ağır değil, ama yoğun. Sanki her nefes, fark edilmek istiyordu.

Keşiş durdu.

Tapınağın gölgesi, ikisinin üzerine düştü.

Ayoi, o an yalnız olmadıklarını hissetti. Ortada kimse yoktu—ama alan boş değildi. Matların her biri, birine aitmiş gibi duruyordu. Görünmeyen bir düzen, görünmeyen gözler…Başını kaldırdı.

Köyde başlayan şey burada tamamlanmıyordu—burada başlıyordu.

--

Tapınağın dış cephesine ulaştıklarında, keşiş durdu.

Taştan yapılmış yapının ön cephesinde, sade ama ağır görünümlü fusuma kapılar vardı. Ne sembol, ne yazı… Sadece zamanın aşındıramadığı bir dinginlik. Keşiş bastonunu kapının önüne bıraktı ve kapıyı yana doğru itti.

Kapı, neredeyse duyulmayacak bir sesle açıldı.

İçerideki serinlik, Ayoi'nin yüzüne çarptı.

Taş zemin, çıplak ve soğuktu. Tavan yüksekti ama karanlık değildi; içerideki ışık, odaların arasına yerleştirilmiş shōji kapılardan süzülüyordu. Pirinç kâğıdından geçen gün ışığı, mekânı yumuşatıyor; her şeyi biraz silik, biraz gerçek dışı gösteriyordu.

Keşiş, ana odanın önünde durdu.

Bu kez kapı daha hafifti.

Shōji kapıyı iki yana kaydırdı.

Işık içeri doldu.

Ayoi, eşiği geçmeden önce duraksadı. İçerideki figürler önce gölgeydi—sonra şekil aldı. Yere serilmiş birkaç geleneksel minder. Minderlerin çevresinde, farklı köşelere dağılmış gençler…

Ayoi içeri adım attığı anda, hepsi ayağa kalktı.

Hareketleri eş zamanlı değildi ama kararsız da değildi. Sanki bu, konuşulmadan öğrenilmiş bir kuraldı. Ayoi, bir an için ne yapması gerektiğini bilemedi. Ayaklarının altındaki tatamiye baktı, sonra başını kaldırdı.

Bakışlar üzerindeydi.

Keşiş üstünkörü Ayoi'yi tanıttı, ve kendinden emin bir şekilde kaynaşmaları için işaret verdi.Duvara yakın duran genç kız, kollarını gevşekçe kavuşturmuştu. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı; ne sıcak ne düşmanca… ama rahat. Ayoi'yi baştan aşağı süzdü.

Sakura:

"Yedi günlük arayışında bulduğun çırak bu muydu, Usta?"

Sözleri odada yankılanmadı ama shōji kapıların arasından süzülen ışık, o an biraz daha soğukmuş gibi geldi.

Ayoi'nin gözleri kısa bir anlığına keşişe kaydı. Şaşkındı; bu kadar açık bir söz beklemiyordu. Dudaklarını araladı ama bir şey söylemedi. Bekledi.

Kızın karşısındaki minderin yanında duran iri yapılı genç adam, bir adım öne çıktı. Omuzları genişti, duruşu sağlam… ama sesi ölçülüydü.

Daichi:

"Tanımadığın biri hakkında böyle konuşman hiç hoş değil Sakura."

Sakura omuz silkti. Gülümsemesi kaybolmadı, sadece keskinleşti.

Odanın içindeki hava değişti.

Keşiş bastonunu yere bir kez vurdu.

Ses ne sertti ne yüksek; ama herkes sustu.

Ayoi, o an buranın bir misafir odası olmadığını anladı.

Burası bir sınırdı.

Ve o, çoktan içeri adım atmıştı.

En arkada, olan biteni sessizce izleyen genç adam yerinden ayrıldı ve Ayoi'ye doğru yaklaştı. Adımları rahattı; ne temkinli ne de aceleciydi. Ayoi'ye vardığında, hiç tereddüt etmeden elini uzattı.

Ayoi, uzatılan ele şaşkınlıkla baktı.

Ryuji:

"Merhaba, ben Ryuji. Ya sen?"

Bakışlarını yavaşça yukarı kaldırdı. Oğlan o kadar uzundu ki, Ayoi'nin göz hizasına gelmesi için başını belirgin şekilde kaldırması gerekiyordu; neredeyse göğsüne kadar geliyordu. Bir an duraksadı, sonra elini usulca onun avucuna bıraktı.

Ayoi:

"Ah… ben… Ayoi. Adım Ayoi."

Ryuji'nin yüzü bir anda aydınlandı. Geniş, içten bir gülümsemeyle başını salladı. Elini bıraktığında, sanki bu tanışmadan gerçekten memnun olmuş gibiydi.

Onun yanına, iri yapılı genç adam yaklaştı. Duruşu sağlamdı; Ayoi'ye tepeden bakmıyordu, bakışlarını bilinçli olarak aşağı indirmişti.

Daichi:

"Ben de Daichi. Ekibimize hoş geldin, Ayoi."

Ayoi, hafifçe gülümsedi. Utangaçlıkla başını eğdi, ellerini önünde birleştirdi. Bu kadar doğrudan bir kabulle karşılaşmayı beklemiyordu.

O sırada Sakura'nın kaşı hafifçe kalktı.

Altın turuncusu gözleri Ayoi'nin üzerinde gezindi; niyeti kolay okunmayan, ince bir parıltı vardı bakışlarında.

Sakura:

"Hiç köylü birine benzemiyor…"

"Sanki sosyeteden biri gibi. Hatta sosyeteden öte—soyluya benziyor."

Ayoi'nin bakışları istemsizce Sakura'yı buldu. Gerginlikle yüzüne düşen saç tutamlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Bir şey söylemedi; sadece durdu.

Keşişin yüzü o an ciddileşti.

Sakura'ya döndü. Bakışı uzun ve susturucuydu.

Keşiş:

"Henüz tanışmadınız, Sakura."

"Böyle kaba öngörüler yapmak yerine, nazikçe sohbet ederek kaynaşmayı denemelisin."

"Ekip olmanın kuralı budur. Birbirinizle ters düşmeniz yasak."

Odadaki hava bir kez daha değişti.

Ayoi, bu sözlerin yalnızca Sakura'ya değil, herkese söylendiğini hissetti.

Ve o an anladı:

Burada yalnızca güç değil, denge de öğretiliyordu.

Keşiş, bastonunu iki eliyle kavradı ve odanın ortasında duran minderlere kısa bir bakış attı. Ardından bakışlarını tek tek öğrencilerinin üzerinde gezdirdi. Ne sertti ne yumuşak… ama kesin.

Keşiş:

"Bir saat sonra meditasyon yapılacak."

Odadaki herkes farkında olmadan daha dik durdu.

Keşiş:

"Ayoi bu düzene yabancı.

Ona burada neler yaptığımızı anlatmanızı istiyorum. Nasıl hazırlanması gerektiğini, ne beklendiğini… Bildiklerinizi aktarın."

Bakışları en son Ayoi'de durdu, sıcak bir tebessüm edindi. Sözlerini ona değil, ekipteki diğerlerine emanet ediyordu.

Keşiş arkasını dönerken, Daichi bir adım öne çıktı. Sesinde acele yoktu, ama isteklilik vardı.

Daichi:

"İstersen ben yardımcı olabilirim. Meditasyon öncesi—"

Sözünü bitiremeden, Sakura sert bir hareketle öne çıktı.

Ayakları tatamiye neredeyse hışımla bastı. Gözleri kısa bir an Daichi'ye, ardından Ayoi'ye kaydı. Sesinde meydan okuma değil; sahiplenme vardı.

Sakura:

"Gerek yok."

"İki kız olarak birbirimize destek oluruz."

Ayoi'ye döndü. Bu kez bakışları ölçmüyordu—karar vermişti.

Sakura:

"Onu ben hazırlarım."

Odadaki hava bir anlığına gerildi.

Daichi duraksadı, bir şey söyleyecek gibi oldu ama vazgeçti. Ryuji sessizce olan biteni izliyordu; yüzünde hafif, anlaması güç bir ifade vardı.

Keşiş durmadı.

Sadece bastonunu yerden aldı.

Keşiş:

"Öyle olsun."

Sesi ne onaylayıcıydı ne de sorgulayıcı. Bu, bir hüküm değil; akışa bırakılmış bir karardı.

Ayoi, Sakura'ya baktı.

Bu teklif mi, yoksa meydan okuma mıydı—henüz bilmiyordu.

Ama şundan emindi:

Bu bir saat, düşündüğünden çok daha uzun geçecekti.

--

Sakura, Ayoi'yi kolundan tuttuğu gibi sürgülü kapıdan dışarı çekti.

Hareketi sertti ama can yakıcı değildi; daha çok "zaman kaybetmeyelim" diyen bir kararlılık vardı içinde. Tapınağın yan koridorlarından geçerken, Sakura konuşmaya başladı. Günlük düzeni, antrenman saatlerini, meditasyonların ne zaman yapıldığını… Uzun uzun anlattı. Ses tonu sıcaktı, ama arada görünmez bir mesafe bırakıyordu. Yakınlaşmak istemiyor değildi—sadece temkinliydi.

Ayoi başıyla onaylıyor, gözleriyle etrafı inceliyordu. Ama zihni, ayak uyduramıyordu. Hiç düşünmeden verdiği kararın ağırlığı, şimdi omuzlarına çökmeye başlamıştı. Yine de Sakura'yı dinlemeye çalıştı. Kaçmak istemiyordu.

Bir süre sonra adımları yavaşladı. Sakura'nın bakışları Ayoi'nin üzerindeki elbiseye kaydı.

Sakura:

"Üzerindeki ipek elbise meditasyonlar için oldukça rahat, ama eğitimler için öyle olacağını sanmıyorum."

Ayoi, elbisesine baktı. Parmak uçlarıyla kumaşı hafifçe sıktı. Sonra düşünceli bir ifadeyle Sakura'ya döndü.

Ayoi:

"Eğitimler mi… Ah… fazla hareket gerektiriyorlar mı?"

Sakura kısa, alaycı bir kahkaha attı.

Koyu kırmızı saçlarını atkuyruğundan çözüp omzuna aldı, parmaklarıyla oynamaya başladı. Bakışlarında bu kez gerçek bir eğlence vardı.

Sakura:

"Tamam, artık bir soylu olmadığından kesinlikle eminim."

Ayoi'nin yüzünde hafif bir şaşkınlık belirdi.

Sakura:

"Savaşçı eğitimi diyorum. Piyade eğitimi gibi düşün. Bizler birer muhafızız… ya da savaşçı. Ya da maceracı. Artık ne demek istersen."

Ayoi derin bir iç çekti. Çevresine bakındı ve köşede yan yatmış bir kütüğe oturdu.

Omuzları bir anlığına düştü.

Ayoi:

"Böyle şeylere hiç fırsatım olmadı… Daha doğrusu birçok şeye. Şimdi… her şey çok yeni ve sanırım alışmam zaman alacak."

Sakura, onun yanına oturdu.

Bu kez aralarında mesafe yoktu. Ayoi'ye doğru döndü, bakışları keskin ama yargısızdı.

Sakura:

"Hiçbirimiz elemental adı verilen mücevherlerin savaşçıları olarak doğmadık. Dert etme. Birlikte öğreneceğiz."

Kısa bir duraksama verdi.

Sakura:

"Sen… sadece iki–üç hafta kadar geç katıldın."

Ayoi, şaşkınlıkla Sakura'ya baktı.

Zihni bir anlığına zamanı tarttı—sonra ilk tanıştıkları anı hatırladı. Onunla alay eden kızın şimdi bu kadar sakin ve neredeyse destekleyici konuşması, garipti.

Sakura, Ayoi'nin yüz ifadesini fark etmiş olacak ki, dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi.

Sakura:

"Tamam, tam sana göre bir maceracı kıyafetim var."

Ayağa kalktı.

Sakura:

"Tarzını değiştireceğiz."

Ayoi'ye baştan aşağı baktı.

Sakura:

"Sana bakınca… direkt suyu hatırladım. Mavi tonlarına ne dersin?"

Ayoi bir an duraksadı.

Sonra düşündü. Acele etmedi.

Başını yavaşça, onaylarcasına salladı.

Sakura bunu görünce arkasını döndü.

Birlikte, tekrar tapınağa doğru yürümeye başladılar.

--

Tapınağın arka tarafındaki odada hava daha rahattı.

Sürgülü kapılar kapalıydı; dışarıdaki rüzgârın sesi buraya yalnızca hafif bir fısıltı olarak ulaşıyordu. Yer yatağı olarak serilmiş futonlar, odanın düzenini belirliyordu. Bu, resmî bir alan değildi—burası birlikte kalacakları, gardlarını biraz olsun indirebildikleri tek yerdi.

Ryuji kendi futonuna uzanmıştı. Bacak bacak üstüne atmış, kollarını başının altında birleştirmişti. Tavana bakıyor, sanki düşünceleri orada bir yerde asılı duruyormuş gibi rahat görünüyordu.

Daichi ise karşısında, kendi futonunda bağdaş kurmuş oturuyordu. Avuçlarının arasında küçük bir enerji birikimi deniyor; ortaya çıkan titreşim, bir süre sonra dağılıyordu. Yüzü ciddiydi.

Sessizliği Ryuji bozdu.

Ryuji:

"Eee, Daichi? Yeni kız hakkında ne düşünüyorsun?"

Başını hafifçe yana çevirdi, göz ucuyla Daichi'ye baktı.

Ryuji:

"Senin kadar saf biri daha gelmiş gibi. Artık ekibimiz eşitlendi sanırım."

Daichi'nin bakışları anında sertleşti.

Avucundaki enerji dağıldı. Ryuji'ye dik dik baktı.

Daichi:

"Saf değil. Çekingen."

Ses tonu netti; bu bir fikir değil, bir tespitti.

Daichi:

"Ve Sakura'dan çok daha asil. İnatçı ve kendini beğenmiş tavırlarına rağmen.. Ayoi'nin kim olduğunu anlamaya çalışıyor sadece."

Ryuji hafifçe kıkırdadı.

Aslında Sakura'yla birçok yönden benzerdi: lider ruhlu, açık sözlü, sivri dilli… farkı, bunu gülerek yapmasıydı. Daichi ise haftalardır bu kişilikle tek başına uğraşmak zorunda kalmıştı. Ayoi'nin gelişi, onun için sessiz bir rahatlama olmuştu.

Ryuji:

"İyi birine benziyor, orası doğru."

Bir an sustu. Gözleri tavanda bir noktaya takıldı.

Ryuji:

"Ama Sakura kısmen haklı. Kızda… ekibe sadık kalacak tip yok."

Daichi kaşlarını çattı.

Ryuji:

"Bana kalırsa sıkılacak. Ve bizi yüzüstü bırakacak."

Daichi başını yavaşça iki yana salladı.

Daichi:

"Hiç sanmıyorum. Hatta bence…"

Kısa bir duraksama verdi.

Daichi:

"Ekibimize neşe bile katacak."

Ryuji bu kez başını çevirip ona baktı.

Daichi:

"Hoş, tüm o meditasyonlara rağmen asla sakinleşmeyen, pasif agresif Sakura'nın enerjisini bastırır hiç değilse."

Ryuji bir an sessiz kaldı.

Sonra kahkaha attı.

Odanın içi, kısa bir süreliğine gerçekten ısındı.

Ryuji:

"Bunu görmek isterim."

Kahkahası dinerken, sesi biraz daha ciddileşti.

Ryuji:

"Ama Sakura'nın onu bu kadar sahiplenmesi. Bu ya çok iyi bir şey olacak…"

Bakışları tavanda gezindi.

Ryuji:

"Ya da tam bir felaket."

Daichi cevap vermedi.

Ama yüzündeki ifade, aynı ihtimali düşündüğünü açıkça gösteriyordu.

Sohbetlerini bölen şey kapının sürgüsünün çekilmesi, ve kızların içeri girmesi oldu. Sakura kendinden emin bir şekilde önden girdi, ve Ayoi'yi takdim etti.

Sakura:

"Nihayet gerçekten bizden birine benzedi..."

Ayoi çekinerek içeri girdi. Üzerinde dizinin biraz üstünde kalan, kalın kumaşlı tek parça beyaz bir elbise vardı. Elbisenin omuzları yine kabarıktı, ve üzerine açık lacivert bir korse giymişti. Korsenin ipleri iyice sıkılmıştı. Elbise salaştı, üzerinde birkaç mavi taş vardı. Astarları da maviydi. Dirseklerine kadar uzun, beyaz eldivenler giymişti. Ve yine beyaz, dizine kadar olan bağcıklı çizmeler. Saçından birkaç tutam örmüş ve dalgalarının arasına saklamıştı. Saçının köşesine küçük bir lotus çiçeği şekilli toka takmıştı. Oldukça zarifti.

Ryuji doğruldu. Bir an bakakaldı, sonra ıslık çalacak gibi oldu ama vazgeçti. Gülümsemesi kendiliğinden yüzüne yerleşti.

Ryuji:

"Vay… Sakura, kabul ediyorum. Elinden geleni yapmışsın."

Ayoi istemsizce ellerini önünde birleştirdi. Bakışları Ryuji'ye kaydı, sonra hemen Daichi'yi buldu. Daichi ayağa kalkmıştı bile. Yüzünde hafif, sıcak bir tebessüm vardı; sanki onu bu hâliyle görmeyi bekliyormuş gibi.

Daichi:

"Yakışmış."

(duraksadı)

"Daha… rahat görünüyorsun."

Ayoi bunun fark edilmesine şaşırdı. Elbisesine bir kez daha baktı, sonra başını hafifçe salladı.

Ayoi:

"Sanırım… evet. Biraz."

Sakura kollarını göğsünde birleştirip onları izledi. Yüzünde yine o tanıdık, okunması zor ifade vardı. Ne tam alay, ne tam memnuniyet.

Sakura:

"Meditasyona kadar üstünde kalsın.

Sonrası için… daha dayanıklı şeyler buluruz."

Ryuji yeniden futonuna uzandı, bu kez Ayoi'ye bakarak.

Ryuji:

"Korkma. İlk günler herkes böyle duruyor.

Sonra alışıyorsun. Ya da kaçıyorsun."

Daichi ona sertçe baktı.

Daichi:

"Ryuji."

Ryuji omuz silkti.

Ryuji:

"Ne? Dürüstlük sadece."

Ayoi gülümsedi, ama bu bir nezaket gülümsemesiydi. Yine de içindeki gerginlik biraz olsun çözülmüştü. Odanın ortasında durmak yerine, Sakura'nın işaret ettiği boş futona doğru ilerledi.

Otururken elbisesinin eteğini düzeltti. Bir anlığına herkes sustu.

Ayoi başını kaldırdı.

Ayoi:

"…Bir saat sonra meditasyon var, değil mi?

Daichi başını salladı."

Daichi:

"Evet. Usta pek geç kalınmasını sevmez."

Ayoi derin bir nefes aldı. İçinde hâlâ bir tereddüt vardı, ama artık geri dönüşü olmayan bir noktadaydı. Bunu kabullenmiş gibiydi.

Sakura onu süzdü. Bu kez bakışlarında alay yoktu. Sadece ölçen, tartan bir dikkat.

Sakura:

"O zamana kadar biraz dinlen.

İhtiyacın olacak."

Ayoi başını salladı.

Ve ilk kez, bu yere gerçekten ait olma düşüncesiyle içi kıpırdadı.

[2. Bölüm Sonu]

More Chapters