Bazen hayatım normal bir şekilde ilerleseydi ne olurdu diye düşünüyorum. Ciğerlerime derin bir nefes çekiyorum sürekli; sanki bomboş olan kalbimin içini duygularla doldurabilirmiş gibi. Bakışlarım sürekli duvarlar ve zeminlerle sevişiyordu. Alışkanlık olmalıydı ki izlediğim yerlerde saatlerim geçiyordu. Ne düşündüğümü kestiremiyordum. Damağımda acı bir tat bırakan anılarım beni ele geçiriyordu belki... Kaybedenler takımına bir kişi daha ekleniyordu sonra.
Bağırıyordum; öyle şiddetliydi ki dudaklarımın arasından sökülen çığlık, kulaklarımın çoğu zaman sancıdığını hissediyordum. Kafamın içinde dönen düşünceler ise bir düğüm gibi birbirine girmişti ve zaman zaman işin içinden çıkamaz hâle gelmiştim. Böyle zamanlarda vücuduma ağırlık çökmüş gibi hissediyor, yerimden kalkacak enerjiyi bile içimde bulamıyordum. En zoru ise, ne yapacağımı bilemediğim zamanlarda kalbime çöken ve beni içten içe kemiren o ağırlıktı. Belki de düştüğüm bu çıkmazdan kurtulmanın yolu artık yoktu.
Kulübenin içinde dolaşmayı bırakıp tanımadığım yabancılara dikkat kesildim. Hepsi düşünceli gözlerle zemini izlerken Anna, koltuğun bir köşesine oturmuş, bacaklarını kendine çekmiş, tedirgin bir hâlde dudaklarını kemiriyordu. Dışarıda çoktan akşam olmuştu; aslında zaman burada fazla hızlı akıyordu ve bu da beni şaşkına çeviren şeylerden biriydi.
"Burası neresi?" diyerek aralarında tek konuşkan olan yaşlı cadıya doğru döndüm. Runelerin ve Tarot kartlarının olduğu masaya oturmuştu ve önüne koyduğu cadı kitabına dikkatle bakıyordu.
"Sizin dünyanızdan çok uzak olan ve sihirli yaratıkların bulunduğu bir evren... Buraya nasıl geldiniz?"
Yaşlı cadı her konuştuğunda sanki ruhundan bir parça havaya karışıyor ve etrafa bir ağırlık çöküyordu. Ciğerlerime kötü bir yanık kokusu çekiyormuş gibiydim. Cadının yanına doğru giderek yanındaki sert sandalyeye oturdum. Önünden kitabı çekerek lanetli evin olduğu sayfayı aramaya çalıştım. Sayfalar öyle çok eskiydi ki parmaklarımın arasında dağılacak gibi hissettim. Birkaç sayfa sonra nihayet aradığım şeyi buldum. Lanetli evin dış cephesindeki yazılar artık parlıyor gibi gözüküyordu.
"Burası tanıdık geliyor mu?" dediğimde, kafasını onaylar şekilde salladı. Kısa bir an açıklama yapmasını bekledim ama cadı, sessizce cümlemi bitirmemi bekledi. İnsanın içine işleyen gözleri hala kitabın üzerindeydi. Sakinliği, aynı sessizliği kadar ürkütücüydü.
"Anna'ya bir adam bu kitabı vermiş. Kim olduğunu biz de bilmiyoruz. Eve geldiğinde kitabı açıp incelemeye başladık ve bu evi gördük. Bizim kasabamızın biraz dışında kalıyordu."
"Ve siz de gitmeye karar verdiniz," diyerek siyah gözlerini bana çevirdi. Sanki ruhumu okuyormuş gibi bana bakıyordu. Gözlerindeki karanlık hareler, bana dipsiz bir kuyuyu hatırlatıyordu. Stresten dişlerimi birbirine bastırdım; bünyemde yoğun bir sinir dalgası hissediyordum. Onu, kafamı sallayarak onayladım.
"İçeri girdiğimizde, tıpkı bu kulübedeki gibi değişik semboller vardı. Ne olduğuna anlam veremedik. Yerde bir kâğıt vardı; üstünde bir şeyler yazıyordu."
Elimden geldiğince cümleleri kısa tutmaya çalışıyordum. Bünyem, temiz bir havaya hasretti; içeride, cadının varlığından mı bilinmez, sanki oksijen bile yokmuş gibiydi.
"Kağıtta ne yazıyordu?" dedi. Kısa bir an beynim dondu; gözlerimi kapattım, cümleyi hatırlamaya çalıştım ama hafızam boştu, silinmişti sanki. Bedenim titredi, şokla sarsıldım. Parmaklarım şakaklarımı kavradı, başımın içinde ince, keskin bir sızı yayıldı.
"Ben…" dedim, ama cümlenin devamını getirecek kelimelerin varlığı kaybolmuştu. Boğazım düğümlendi. Kendimi henüz daha konuşmayı bilmeyen bebekler gibi hissettim.
İçime derin bir nefes çektim. Buraya geldiğimden beri kendimi iyi hissetmiyordum; vücudum korkunç derecede sıcaktı, ateşim varmış gibiydi. Normalde çok çabuk üşüyen bedenim, buraya geldiğinden beri alevler içindeydi. Alnımdan süzülen teri elimin tersiyle sildim; dudaklarım bile kurumuştu. Bütün vücuduma kıyasla en çok sıcak olan yer sırtımdı; sanki gerçekten yanıyordu.
"Ay ışığı geceyi yarıp gövdeye düşer ise, gövde geceyi yarıp ölüme düşer," dedi Anna. Oturduğu yerden kalkarak yavaş hareketlerle, sanki diğerlerinden korkarmış gibi, yanıma doğru adımlamaya başladı. Yeşil gözlerimle diğer yabancıları inceledim. Benim hatırlamadığım cümleyi Anna'nın hatırlıyor olması şaşırtıcıydı.
Siyah gözlü adam yerinden kalktığında kaşlarımı çattım. Tanımadığımız bu insanlarla aynı yerde durmak çok tuhaf hissettiriyordu ve aynı zamanda oldukça gericiydi.
"Aaron, nereye gidiyorsun?" dedi sarı saçlı kız. Adam onu dinlemeden arka odalardan birine doğru yöneldi ve içeri girdi. Kız sayesinde gizemli çocuğun adını öğrenmiş oldum. Oldukça heybetli bir vücudu vardı ve oğlanların ikisi de hâlâ yarı çıplaktı.
"Fikrimce hepiniz delirmişsiniz," diyerek fısıldadım. Kendimi sert sandalyede biraz kaydırdım ve kafamı arkaya yasladım. Sandalye o kadar sertti ki kafamın bile acıdığını hissettim. Yavaş yavaş başım dönmeye başlamış gibi hissediyordum; biz kesinlikle buraya ait değildik.
Anna yanıma gelerek elini alnıma koydu. Suratındaki dehşet verici ifadeyi izledim.
"Mabel, sen yanıyorsun!" dedi yüksek sesle. Anna'nın sözünün ardından yaşlı kadının, oturduğu sandalyeden kalktığını duydum. Sert bakışlarıyla bana tepeden bakmaya başladığında kendi vücudumu kıpırdatacak hâlim bile kalmamıştı. İlk geldiğimde terlemeye başlamıştım ama bunun nedenini yanan şömineye bağlamıştım. Yaşlı kadının buruşuk eli alnıma doğru gittiğinde rahatsız olarak oturduğum yerden hızla kalktım; öyle ki sandalye bile geriye doğru düşmüştü. Bu ani hareketimle kendimi daha çok bitkin hissettim.
"Burası seni içten içe sömürüyor. Senin insan vücudun buradaki enerjiyi kaldıramaz. Gidiş yolunu bulmazsak burada ölebilirsin," dedi cadı tok bir sesle; sanki normal bir cümle söylüyormuş gibiydi.Sinirle karışık bir şekilde güldüm; sanki bütün bedenim hissizleşmiş gibiydi. Ayaklarımdaki hissi yavaş yavaş kaybetmeye başladığımda masadan destek alarak ayakta durmaya çalıştım. Dakikalar geçtikçe daha çok terliyordum; içimde yanan kor bir ateş varmış gibiydi. Aklıma gelen şeyle, 'Benimle aynı belirtilere sahip mi?' diye Anna'ya doğru baktım. Bana göre oldukça sağlam duruyordu.
"Merak etme, o sandığından daha farklı."
Yaşlı kadının sözüyle ona doğru dönmeye çalıştım. Ani bir şekilde kafa karışıklığı hissettim; düşünceler zihnimin içinden bir su gibi akmaya başladı ve bu beni daha çok yordu. Ne demek istiyordu?
Odalardan birinde bir tıkırtı sesi geldi. Terleyen vücudumda aniden bir soğuk hava dalgası hissettiğimde titremeye başladım. Şimdi de aniden buzlu bir suya atılmış gibiydim; hücrelerime kadar donmuş gibi hissediyordum. Bedenimde olan değişiklikler beni çok fazla zorlamaya başlamıştı. Gözüm kararır gibi olduğunda kolumda sıcak bir el hissettim; kedi gibi o sıcaklığa doğru sokulmak istedim.
"Soğuk…" diyerek mırıldandım.Gözlerimi kapattığımın bile farkında değildim; bilinç ile karanlık arasındaki o ince çizgide sallanıyordum. Neredeyse bayılmak üzereydim. Ne olup bittiğini kavrayamadan, kolumdaki sıcaklık ağır ağır belime yayıldı. Tam o an, kulağımın hemen yanında, derin ve erkeksi bir ses duydum.
"Aç gözünü."
Gözlerimi zorlayarak açtığımda Aaron'un belimi koluyla sardığını fark ettim. Onun sayesinde vücuduma bir sıcaklık yayılıyor gibiydi; sanki buz tutmuş içimde bir şeyler erimiş, ılık bir sıcaklık içime yayılmıştı. Bedeninin sıcaklığı, aramızda biraz mesafe olmasına rağmen vücudumu neredeyse tamamen ısıtıyordu.
Kafamı, neredeyse dibimde olan adama doğru kaldırarak yüzünü inceledim. Keskin bir çenesi, ince ve şekilli kaşları vardı. Açıkçası, yakından bakınca daha da yakışıklıydı. Siyah gözleri, tuhaf bir şekilde bana doğru bakıyordu. Oldukça düz bir adam olmasına rağmen tuhaf ve çekici bir havası vardı.
Gözlerini benden alarak masaya küçük bir deste kart bıraktı. Bu sırada kolu hâlâ belimdeydi ve sıcaklığını koruyordu. Kartların boyutu iskambile benziyordu ama deste sayısı çok azdı ve kartlar simsiyahtı.
"Aaron, saçmalıyorsun," dedi yaşlı kadın. Bir hiddetle kafasını iki yana sallamaya başlamıştı; neye bu kadar kızdığına anlam verememiştim. Aaron onu umursamadan sol eliyle kartları masaya yaydı ve, "Seç," dedi.
Herkesin başımızda toplandığını hissettim. Her ne kadar Aaron'un kolu beni ısıtsa da bilincim kapanmak üzereydi. Şu anda tüm bu olan biten şeylere kafa yoramayacak bir hâldeydim. Gözlerim birkaç kere kapandı ama onları açmaya zorladım. Kalbim sıkışmaya başlamıştı ve içimde bir yerlerde derin sancılar baş göstermişti.
Elimi zorla havaya doğru kaldırarak sağdan üçüncü kartı çekip çıkardım. O sırada bilincim kapanmak üzereydi; neredeyse karanlığa gömülmek üzereyken Aaron'un seçtiğim kartı hayal meyal açtığını gördüm ve daha sonrasında tek bir kelime zihnimin derinliklerinde yankılandı.
"Ejderha."
Ayaklarım yerden kesildiğinde vücudumun zeminle buluşmak için arkaya doğru düştüğünü hissettim. Son anda Aaron'un kolları beni yakaladı. Beni kucağına alıp sarmaladığını ve hayal meyal onun sesini hatırlıyorum:
"Bir süre burada benimle kalacaksın, küçük tavşan."
