Cherreads

Chapter 5 - Çınar Yaprağı 5. BÖLÜm

Tanrıyı sevdim o beni öldürdü. Seni ise sevdiğimde dünya üzerindeki tüm ışıklar söndü.

***

Yıl 1990 Fransa

***

Gri kasvetli havanın ruhu ağırdı. Sıradan okul günlerinden bir günüydü. Arkadaşlarıyla okul kampüsünün kantininde dersin analizi yapan Durul masaya gelen kahveyle gülümsedi. Sabah kahvesini okula geç kalırım korkusuyla anlattığı için tam olarak kendisine bu kahveyle gelecekti. Karton bardak olan kahvesini kırmızı dudaklarına götürdü. Kahvenin acı çekirdeğini dengeleyen sütle beraber müthiş uyum içindeydi.

"İşte şimdi kendime geldim." Diyerek bardağını masaya bıraktı.

Masanın uzak köşesinde oturan Fratello Lucien gözlerini kendisine çeken kadından alamıyordu. Durul okulun değil Fransa'nın hatta gelmiş olduğu yer İtalya'da ki kadınlardan bile daha masum güzelliğe sahipti. "Güneş doğdu benim için."

Durul'un masmavi gözleri masanın uzak köşesine zaten ona bakan adamın gözlerine kilitlendi. "Türkçede özne önce geliyor Fratello." İçten sıcak gülümsemesini adama sundu.

"Özür dilerim ben."

Durul daha çok gülümseyerek ayağa kalktı ve Fratello'nun hemen yanına yürüdü. "Ben özür dilerim tatlım." Diyerek kırmızı dudaklarını adamın dudakları ile buluşturdu. "Ti amo (seni seviyorum)."

"Anch'io ti amo Durul (bende seni seviyorum)." Fratello'nun kalbi yerinden çıkacaktı heyecandan. İçten içe hissettiği duygu bu kadın sonun başlangıcıydı.

"Durul seni Fratello'yu böyle görmek ne güzel." Masada oturan Alis'in cümlesini herkes başıyla onayladı.

"Gerçek aşkın önünde daha fazla ayakta kalamadı ve diz çöktü." Bunu söyleyen kişi Lora dudağını büzdü ve iki elini çenesinin altında birleştirdi.

Durul aşka çoktan teslim olmuştu. Sadece Fratello'dan emin olmak istediği için bekledi. Kalbini emanet edeceği erkek arkadaşı tarafından yara almak istemiyordu. Gerçek aşkı Avrupa'da bulacağı aklının ucuna bile gelmezdi.

Alis tepside olan kahve bardağını eline alarak yukarıya doğru kaldırdı. "Kadehimi bu iki bedende tek aşkı yaşayan çifte kaldırıyorum." Dediği sırada tüm masada ki gençler bardaklarını tokuşturdu.

Zenia masaya bakarak kocaman gülümsemesini masaya bıraktı. "Kader sizi ayırmayacak. Eski Fransız inanışı der ki kadehler tokuşturduktan sonra eğer hiçbir şarap dökülmediyse onlar hep beraber olurlarmış."

"Ölüm bizi ayırana kadar birlikteyiz sevgilim." Durul, sevgilisinin kucağına oturdu ve parmaklarının tersiyle Fratello'nun yanağını sevdi.

Masada sadece bir kişi kaderi biliyordu.

***

Yastık başında bir sağa sola giden Esil acı içinde ateşe atılmış odun misali alev alev yanıyordu.Alnında biriken boncuk boncuk terleri şakaklarından akarak ensesine kadar iniyordu. Vücudu kaskatı heykel misali kasılı olmasına rağmen titremeleri gittikçe arttıyordu. Kalp atışları yükselirken aldığı nefes ciğerlerine yetmiyordu. Kedere bürünen suretinden uykusunda bile acı çektiğini ortaya çıkardı. "Hayır..." Diyerek acı içinde çığlığı tüm odayı kapladı.

"Hayır yapma!" Yirmi yıldır uykularının karabasanı yine geldi ve annesini alıp gitmeden, çıkmayacaktı. "Anne... Hayır... Annem!" Elleri yatağın çarfanı sıkarak içinde yaşdığı öfkeyi dışarıya vuruyordu.

Ares koltuğundan kalkarak yatağın sağ tarafına oturdu. Aynı durumu İtalya'da yaşadıkları için tecrübe kazandığını düşündü. Elini Esil'in terden sırılsıklam olmuş saçlarının arasına daldırdı. Parmak uçlarıyla saçlarını okşamaya başladı. "Yakamoz geçti güzelim artık ben burdayım."

Yastığın köşesinde kıvranan Esil'in kalp atışları boğazına kadar artık yükseliyordu. Nefes alamayacak kadar kanı hızlı pompalanmaya başlamıştı. Vücudu tarafından ihanete uğruyordu. Halk arasında küçük ölüm dedikleri uykusunun ortasında,yaşamla ve ölüm arasında gidip gelmeye başladı. "Hayır... Anne... Gitme!.." Yirmi sekiz yaşında ki kadının değil sekiz yaşında ki çocuğun çığlıklarıydı.

Ares elini çarşafa kilitleyen Esil'in parmaklarını geri doğru çekti. Avucuna kendi elini koydu. "Sesime gel Yakamoz. Ben buradayım ve seni bekliyorum."

"Karanlık, anne çok karanlık var burada." Diyerek avucunun içinde olan eli sıktı. Avucunun içinde hissettiği soğuk yatak çarşafı değildi. Kabusunun karabasanını yok etmeye gelen kişinin eliydi. Sıcacık eli hissediyordu. Yolu çok karanlıktı, kanlıydı.

"Yakamoz yapabilirsin, sesime gel." Diye diretti Ares. Emir niteliğinde sözü sıcaklık barındırmıyordu.

"Karanlık da kaldım. Anne çok kan var burada." Kapalı olan gözlerinden süzülen gözyaşları çektiği acının sembolüydü.

"Karanlık olduğunu biliyorum. Bana gel Yakamoz. Adımlarını sesime getir." Ares yatakta yatan Esil'i doğrultarak göğsüne mühürledi. Bedenlerinin temasından çok iki ruhun birbiriyle olan ilk tanışmasıydı.

"Gelemiyorum." Tiz çıkan sesi küçük kızın sesini andırıyordu.

"Gelebilirsin Yakamoz kollarımı iki yana açtım senin için, bana gel." Diye diretti Ares. Dudaklarını eğerek Esil'in kulağına götürdü. "Sesime gel."

"Dizlerim paramparça kan içinde yollar fazla dikenli taşlı." Hıçkırarak avazı çıktığı kadar bağırdı. Yüreğinde taşıdığı acı omuzlarında artık yük değil kamburdu. "Beni bırakma korkuyorum. Annem gibi sende gitme benden." Bilinçsizce sözler dilinden döküldü. "Bırakma beni karanlıkta."Diyerek gözleri yarı açıldı. Başını kaldırdı. Gözyaşlarıyla dolu gözleriyle alttan Ares'e baktı. Gözlerini kapatmış ve şuurunu yitirerek sadece kendisini karanlıktan çekmeye çalışan tanrıydı.

"Buradayım Yakamoz bir nefes kadar yakın, ölüm kadar uzağındayım." Ares göğsünde Esil ile birlikte yatağa uzandı. Ruhu yaralarla dolu çocuğun bedeni kadın olmuştu. Yakamoz hala sekiz yaşında ki kız çocuğuydu. Derin yaralar taşıyan ruhuna gözleriyle gördü. İstanbul ihanet etti. Tuz bastı derin yaraların üzerine. İyileşmeyecek yaraları kanattı. Kan sızdırdı. Gece ihanetin kanıyla boyandı.

İki ruhun tanışmasından çok tanrının istekleri ve onu yerine getirmeye zorlanan kulunun rekabetiydi.

Ve tanrı diz çöktü kulu karşısında.

Mağlup oldu.

"Seni karanlıkta bırakanların sonu Ares'in cehenneminde." İki dudağını bastıra bastıra kelimeleri eze eze sözlerini kanlı gecenin mürekkebiyle yazdı.

Ares alnını Esil'in alnına yasladı. Zümrüt gözlerinin içinde ejderhanın ateşi yanıyordu.

Gözleri açtığında, kendisine korkuyla bakan gözleri görmek içinde yanmaya başlayan ateşi ağzından çıkan sözleriyle damgaladı. "Artık karanlık sana ait değil, bana ait Yakamoz."

"Ares..." Bilinci yavaş yavaş kendine gelen Esil kurumuş ve çığlıklarından nasibini almış boğazının getirdiği tizlikteydi sesi. "Benim gökyüzümden ayımı çalanları karanlığa gömelim." Esil başını kaldırdı gözlerinden yaş süzülürken Ares'in kulağına tam olarak bu sözleri fısıldadı.

Ares'in nefesi kırıld. Tanrı fısıltıya yenildi. Sen çağırdın.

Tanrı fısıltıya yenilerek ağzından ateşli sözcükler çıkardı. "Ben geldim." Dedi.

Esil başını Ares'in boynuna gömdü. Nefesi ateşin üzerine serilen gece misaliydi.

"Fısıltım tanrıyı bana getirdi."

Gözleri usul usul kapandı.

***

Günün ilk ışıkları Ares'in çatı katında ki odasına vurmaya başladı. Güneşin açık sarı havayı ısıtmayan ama aydınlatan ışığı Ares'in gözlerine vuruyordu. Uyanmamak için bilinçsizce sağına döndüğü an, bir çığlık sesiyle gözlerini açtı.

Esil, gri parke üzerinde acı içinde yerde uzanıyordu. "Ahhhh!" Sesi odanın içinde yankılandı. Komidinin üzerinden kafasına düşen abajurla beraber sabahı pozitif karşıladı. Öfkeyle yerden doğruldu. Bakışlarını avcı gibi Ares'in üzerine doğrulttu. Sinirden burnundan soluyordu.

Bir hışımla komidinin üzerinde duran siyah mumu yatak da ne olduğunu anlamaya çalışan Ares'in kafasına attı. "Sana da günaydın." Diyerek oturmuş olduğu parkenin üzerinden kalktı.

Ares kafasına yedi siyah mumla acı içinde yatağında doğruldu. "Günaydın." Diyerek gözlerini devirdi.

"Gerçekten mi?" Gözleri şaşkınlıkla koltuğa oturmaya hazırlanan Esil'e döndü. "Her sabah böyle mi uyanacağım?"

Esil oturduğu koltukta gözlerini kısarak yatakta soluna dönen Ares'in şaşkın gözlerinin içine baktı. "Şanslı günündesin Ares. Normalde dövüyorum."

Ares tek kaşını kaldırdı. "Bu... Bu mu şanslı versiyon?"

Artık suratında ki o şaşkınlık nidası kayboldu. "Kabusundan uyandırma biçimin, beni çok memnun etti. Teşekkür ederim Yakamoz."

Esil oturduğu koltukta sağ bacağını sol bacağının üzerine atarak homurdanmaya başladı. "Dikkat et kabus sandığın şey rüya olmasın. Abartma istersen sadece kafana küçük bir mum attım."

Din,dan,don...

Din, dan, don...

Ares'in bam teli kopma raddesine gelmek üzereydi. "Allah... Allah kadına bak ya. Kızım benim gözümün içine bakmaya cürret edemeyen adamlar var. Sen? Sen geliyorsun benim kafama mum fırlatıyorsun." Diyerek sırtını yatağın başlığına yasladı.

Gözlerini devirerek oturduğu koltuktan kalktı. Üzerinde olan yeşil tişörtü çıkarttı.

Ares'in gözleri sonuna kadar açıldı. Zümrüt gözleri biraz daha açılsaydı Ares o hakkını dahi kullanırdı. Vücuduna yayılan şok dalgasıyla rahat yatağında artık kaskatı kesildi. Göğüs kafesinden çıkmaya çalışan kalbini görmezden geldi. "Sen?" Sorgulayan bakışları altında Esil'e bakmaya devam etti. "Yakamoz sabah sabah ne yapıyorsun?" Diyerek eliyle üstünü gösterdi.

Sarı sporcu sütyeni ile kalan Esil,Ares'in giyilmemiş çoraplarından birini ayağına geçirdi. Kenarda kendisine verilen spor ayakkabısını ayağına geçirdi. "Hadi kalk biraz malikanenin bahçesinde tempolu koşalım."

"Ya sabır ya selamet." Ares üzerinde ki yorganı kenara çekerek yataktan kalktı. Esil'in karşısına geçti. Koşmak için giymediği şeyleri ona bizzat giydirmek istiyordı. Üzerinde giysi namına bir şey yoktu çünkü ve bu malikaneyi koruyan yüzlerce erkek vardı. Gözleri Esil'in sarı sporcu sütyenine gitti. Dik dik baktı. Kenarda duran yeşil tişörtü eline aldı. "Giy." Kısa ve netti. Dudaklarının arasında sadece bir kelime çıktı.

"Koşarken pek tercih etmiyorum." Esil'in, rahatsız olacağını düşündüren bakışlar atan Ares'i kendi kazdığı kuyuya düşürecekti.

Ares elinin arasında olan tişörtü Esil'in eline verdi. Elini Esil'in çenesine götürdü. Başını yukarıya doğru kaldırdı. Gözlerini kısırak, uyku mahmuru olan ama aynı zaman da kan çanağına dönen siyah gözlerine tehditkar bakışlarını gönderdi. "Sana tercihini sormadım. Git dedim."

"Giymeyeceğim." Esil eline tutuşturulan tişörtü odanın kenarına savurdu. Kendisi Ares'in adamı değildi. Ares kendisine emir verecek durum ortada yoktu.

"Ne dedin sen?"

Esil ayak parmaklarının üzerine doğru çıktı. Başını biraz daha yukarıya kaldırdı.

İkilinin arasında artık sadece santim mesafe kalmış oldu.

"Anlamadın galiba."

Ares boşta olan elini Esil'in çıplak beline koydu. Kendisine doğru çekti. "Anlamadım. Doğrusunu anlat bakalım."

"Giy-me-ye-ce-ğim." Esil heceleyerek, Ares'i kışkırttı.

Esil'in heceleyerek söylediği"Giy-me-ye-ce-ğim." sözü odanın içinde yankılandı.

Ares'in çenesindeki kas bir anlığına seğirdi. Sanki o küçücük hecelerle bütün sabrı lime lime doğrandı.

"Sen... " Dedi sinirden titreyen sesiyle bir yandan da öfkesine hakim olmaya çalışıyordu. "Az önce kime kafa tuttuğunu düşünüyorsun?"

Esil düşünüyormuş gibi yaptı ve işaret parmağını kaldırarak Ares'in açılan gömleğinin yakasından çıplak göğsüne, parmağının ucunu dökün durdu. Sinirinden olsa gerek Ares'in göğsünde ki damarlar patlayacak kadar şişmişti. Durumun en vahim yanı ise Esil'in parmağı, şişmiş damarının üzerindeydi. Parmağını geri çekerse tişörtü giymeyi kabul edeceği ve bir adım geriye düşmemek için, parmağını orada tutmaya devam etti. "Ahhhh! Ares tabii ki de sana kafa tutuyorum." Diyerek dişlerini göstererek büyük gülümsemesini, Ares'e bahşetti.

Gözlerini kısan Ares, kötü avcının avı olmaktan kurtularak üstünlüğü eline almanın ucundaydı. "Ne cürretle bana kafa tutuyorsun Yakamoz?"

"Büge Esil Yakamoz'un yanına Baykan eklemeyi teklif ettiğinde bu cürreti sen bana verdin Ares." Dedi parmağını geriye doğru çekerken.

"

İktidarıma ortak ediyorum seni gölge değil." Ares öfkeli değil,tehlikeli ve kontrollü bir tonla.Doğal olmayan bir sakinlinle, fırtına öncesinin tamamen sessizliğiyle avına yaklaştı.

Esil'in belini kavrayan elinin baskısı bir tık arttı.

"Nikahıma alacağım kadına bak."Gözlerini Esil'in siyah gözlerine kilitledi.

Esil çenesini hafifçe yukarı kaldırdı, meydan okuyan o bakışı hiç sarsılmadan yerinde duruyordu.

" Neyim varmış benim." dedi. "Pardon!"

Ares kısa bir kahkaha attı.

O kahkaha tehdit değildi; kibir gibi duran ama altında eğlence saklayan bir tondaydı. "İşte bak kendi ağzınla söylüyorsun, üstünde elbise namına bir şey yok. Uzatma da giy şu tişörtü." Ares eğilerek sıcak nefesini Esil'in kulağına değdirdi. "Ve benim sabrımı daha fazla taşırma.'

Esil'in boğazından midesine ve oradan karnına kadar sıcak yumuşacık his içinde girdi. Zihni Ares'in bu yakınlığından etkilenerek, vücut sistemini bozdu. " Sen ve sabır kelimesi yan yana gelince çok absürt bir şeymiş gibi geliyor kulağa doğrusu."

Ares'in yüzündeki ifade bir anlığına durdu.Sanki beklemediği bir yerden yumruk yemiş gibi.Sonra,çok kısa bir anlığına,gülümsedi.Hem öfkeli, hem teslim olmuş, hem de büyülenmiş bir gülümsemeydi bu. "Nedenmiş o ben sabırlı biriyim?"

Elini Ares'in çenesinde olan elinin üzerine koyarak geriye doğru çekti. Ayak parmakları üzerinde durmaktan yorulduğu için tabanlarını tamamen yerle temas ettirdi. Başı Ares'in göğüs hizasında kaldığından, başını kaldırdı. "Tamam sen sabırlı biri olmaya devam et. Bende koşmaya tek başıma çıkarım." Esil tek hamlesiyle Ares'in kolları arasından çıktı.

"Yanında ben olmadan burnun ucunu bile malikanenin dışına çıkaramazsın." Diyerek Esil'in kolundan tutarak kendine çekti.

"Nedenmiş o?"

"Takip ediliyorsun."

"Biliyorum." Diyebildi Esil. Yirmi yıldır uzaktan uzağa takip edildiğini ve izlendiğini biliyordu.

"Nasıl?" Ares'in kaşları çatıldı.

"Zor bir gece geçirdim lütfen biraz izin ver. Kafamı toplamaya ihtiyacım var." Çatlayan sesi değildi Esil'in sadece, yüreğinde taşıdığı yaranın kabuğu da çatlamıştı. Kan sızdırıyordu. "Antik ve karanlığın boğuculuğunda olan odanda düşünemiyorum."

Ares gözlerini devirerek, burnundan derin nefesler aldı. Sakinleşmeye ihtiyacı vardı.

İşe gitmeden önce sabah sporu yapan birisi değildi.

Genelde işlerini gecenin karanlığında yapmaktan hoşlanırdı.

"Bekle! Giyinip geliyorum." Diyerek giyinme odasının yolunu tuttu.

Esil zafer kazandığını düşündü. Sağ elini yumruk yaparak yukarı kaldırdı. "Benim bedenim, benim sınırlarıma girmemesi gerektiğini öğrendi."

Odanın daha iyi güneş alması için siyah perdeleri duvarın köşelerine çekti. Güneşin açık turuncı ışıkşarı artık odanın içindeydi. Cam olan duvarı sağa doğru itti. Dışarının temiz havası odayı doldururken, kendisi de bu temiz havadan yararlandı. Malikanenin dev bahçesine yukarıdan baktı.

Büyüleyiciydi.

İstanbul'u bu manzaradan kusursuzdu.

Yeşil bahçenin hemen ilerisinde duran boğaz manzarası bu odayı fazla eşsiz yapıyordu.

Bakışlarını etrafına çevirdiğinde kendisine yukarıdan bakan kişiyi gördü. Camı kapatarak arkasına döndü. Yüreği korkudan titriyordu.

O adam kimdi?

"Hadi biraz spor yapalım." Ares siyah atleti ve şortuyla sabah sporuna hazırdı.

Esil hangi ara kapattığı gözlerini açarak sesin geldiği yöne baktı.

Ares tanrı misali dikilmiş kapının önünde spora hazır bekliyordu.

"Hadi Yakamoz çok vaktim yok. İşe gideceğim." Diyerek kapıyı açtı.

Koridorun soluna dönerek asansörü kendi katına özel şifresiyle çağırdı.

Esil spor yapacak birinin neden merdiven değilde asansör kullanmayı tercih ettiğini düşünüyordu.

Asansörün kapısının açılmasıyla ikiside içine girdi. Ares birkaç şifre girerek direkt olarak bahçeye çıkan katı tuşladı.

Dışarıdan kimse bunun asansör olduğunu bilmiyordu.

Bahçeye geldiklerinde asansör kapısı açıldı.

İkilinin asansörden çıkmasıyla arkalarından duvar örüldü.

Esil şaşkınlıkla arkasına baktı. Mimarisine ayrı mühendisliğine ayrı hayran kaldı. "Ares." Dudakları sadece hayranlığından Ares'in adını dile getirdi.

"Efendim." Dedi Ares düz bir ses tonuyla.

"İstanbul'da kendine bir krallık kurmuşsun."

Ares arkasını dönerek bu daha hiç bir şey diyerek gülümsedi. "Gördüğün belkide milyonda biri Yakamoz."

Esil etrafına baktığında yüzlerce koruma olduğunu gördü. Bahçenin dört bir yanına yerleştirilmiş korunların hepsinin silahlı olduğunu biliyordu. Ares gibi adamlar korumalarıyla yaşardı.

"Farklı şartlar altında tanışsaydık kader yine de bizi bir araya getirir miydi?" Diyerek önünde tempolu şekilde yürüyen Ares'e yetişmek için tempolu koşuyordu.

Kader?

Ares için kader diye bir şey yoktu.

Farklı şartlar altında tanışmaları olmazdı çünkü yeraltı bu kadar büyük zaafı kabul etmezdi.

Büge Esil Yakamoz Baykan artık Ares'in en büyük zaafıydı.

Resmi nikahları kıyıldığında bu önemli gelişmeyi bütün yeraltı öğrenecekti.

Ares'in sevenlerinden çok düşmanları vardı. Hepsi birlik olacak ve o zaafın peşine düşeceklerdi.

Yeraltında ve yeryüzünde iktidarına ortak olacak kişi Yakamoz'du.

"Kadere inanmıyorum." Diyerek kestirip attı bu konuyu." Temposunu artırarak koşmaya başladı.

Koşmaya başlayan Ares'in arkasından koşmaya başladı. Yetişmesi mümkün olmadığı için temposunu korumaya devam etti. "Ares Baykan fazla klişesin dostum." Diyerek olduğu yerde kaldı. Bahçenin bütün surlarını kaplayan çınar ağaçlarının birisinin gövdesine elini koydu. Ağaca yaslandı. Gövdesinde sararmış yere düşmeye hazır kuru yapraklardan birini kopardı.

Yaprağın damarları belirgin olan yönünü çevirerek güneşe tuttu. Büyük kuru olan yaprak yüzünden bile büyük ve gösterişliydi.

Yaprağın damarlarından akmaya başlayan kan Esil'in elini kana buladı. Gözlerine inanamadığı için elinden yaprağı hızla yere bıraktı. Korkuyla çığlık attı. Nefes nefese kaldığı için iki elini de göğsüne koydu.

Korumalardan Fethi koşarak, ağaca yaslanmış olan Esil'in yanına geldi. "Esil Hanım iyi misiniz?" Diyerek elini Esil'in sırtına koydu.

Esil başını iki yan salladı. "Hayır iyi değilim."

Ares olanları uzaktan izliyordu. Esil'in aniden kötü olmasını sağlayacak herhangi durum söz konusu değildi. Dışarıdan gelen tehdit unsuru yoktu.

Göğsüne bastırdığı ellerini gözlerinin hizasına getirdi. Ellerinde kan yoktu. Zihni Esil'e oyun oynuyordu. Sürekli tetikte olmak zorundaydı.

"Ares Bey'e haber vermemi ister misiniz? " Fethi iyi görünmeyen Esil'i çardağa oturttu.

"Hayır gerek yok." Kendisini daha fazla açıklamaya mecali yoktu. "Teşekkür ederim sen gidebilirsin." Diyerek kendisini çardağa oturtan korumayı kibarca yanından gönderdi.

Ares'in durumu yanlış anlamasını istemiyordu.

"Herhangi bir durum da Fethi diye seslenmeniz yeterli Esil Hanım." Diyerek çardaktan çıktı.

Gözleri açıkken de artık kanlı ellerin gölgesindeydi. İtalya'dan döndükten sonra uyanıkken görmediği halisünasyonları çınar ağacının yaprağında kendisini acı içinde hatırlatmayı ihmal etmemişti.

"İyisin Büge sorun yok." Diyerek oturduğu gösterişli çardaktan kalktı. Uzaktan kendisine bakan Ares'i gördü.

Zümrüt yeşili gözlerinde duygu yoktu. Uzağında olan Ares'in duygularını anlamak mümkün değildi. Gördükleri karşısında zihninde düşünceleri vardı ama kendisi bu bilemeyecek kadar gizli kutuydu Ares.

Uzaktan iyi olduğunu gördüğü için mi yanına gelmemişti?

Gece kurtarıcı tanrı, sabah gölge tanrıya verilmişti.

Adımları Ares'e gidiyor, düşünceleri ise kaçıp kurtulmak istiyordu.

Tam karşısında durduğunda artık kaçmanın kendisi için bir faydası yoktu. Konuşması gerektiğini düşünüyordu. Açıklama yapmalıydı ama kendisini nasıl açıklayacaktı?

Olmayan, hayal ürünlerini anlatsa belki de gülerek kendisini geliştirecekti.

"Çınarın solmuş kuruyup gitmiş yaprağında ne gördün?" Ares cevabını bildiği soruyu, sormaktan çekinmeyerek Esil'e merakla sordu.

"Kan, çok kan var. Ellerim kana bulandı." Esil'in dudaklarından dökülen sözleri, savunmuyordu. Gördüklerini sadece dile getiriyordu.

"Elleri kana bulanan sen değilsin Yakamoz. Çınar'ın kanı benim ellerimi boyuyor." Ares uzaktan izlediği Esil'in aslında sadece halisünasyon görmediğini, kendi acısının yanı sıra başka birinin de acısını en derinliklerinde hissetiğini gördü.

Esil'in acıyla yoğrulmuş ruhu başka acıyı görünce tetiklendiğini anladığı için yanına gidecek kadar güçlü değildi.

Ares'in en büyük yenilgisi de zaafı da Çınar'dı.

"Ne?" Diyebildi.

Esil'e ait değildi kana bulanan eller.

Tanrı diz çöktüğü yerden kanlı elleriyle yeraltı koltuğuna oturmuş, masaya elinden akan kanları yok sayarak yumruğunu vurup bugünlere geldiğininn itirafı niteliğindeydi.

"Yakamoz!" Ares ellerini Esil'in omuzlarına koydu. Kendisine doğru çekti. "Sen kadın bedenin çok üstünde varlıksın. İnsanlığın boka battığı, bataklıkla sen etrafına ışık saçıyorsun."

"Benim ışığım zayıf Ares. Yolunu bulamazsın benim loş ışığımda." Titreyen sesiyle ruhunun yaralarını açtı. Kanaması durmayan, gittikçe kanayan ve kendisini karanlığa hapseden ruhunu şurada teslim edebilirdi.

"Karanlığıma kendi iradenle, zayıf ışığına rağmen girdin Yakamoz. Loş ışığın, kanlı savaşın meşalelerini yaktığını bilmiyorsun."

Ares'in zümrüt yeşili gözleri öfkesinden kararmıştı. İçinde Esil'e karşı hem adını koymakta zorlandığı hisse öfke hemde yıllardır içine gömdüğü acının küllerinden yükselen gölge vardı. "Loş ışığın Yakamoz... " Dedi, sesi karanlığın içinden gelen fısıltıydı. "Benim karanlığımdan çok daha tehlikeli Yakamoz çünkü bana, benim kim olduğumu hatırlatıyor."

Esil'in kaşları önce yukarıya kalktı ve cümlenin sonlarına yaklaştıkça kaşları çatıldı. "Sen kimsin Ares?"

Ares bakışlarını Esil'den çekmeden, çınar ağacının yönüne çevirdi. "Savaş." Dedi, duraksadı. "Kanlı savaşın tanrısıyım." Elini Esil'in omzundan çekti. İşaret parmağıyla çınar ağacın gösterdi. "Çınar ağacının yaprağında gördüğün benim ellerim. Senin değil."

Esil nefes almak için bir adım geriye çekilmek istedi ama Ares iki elini omzuna koyarak geri çekilmesine izin vermedi. Sınırına girdiğinde sadece kendisi izin verirse ondan uzaklaşabilirdi.

"Yakamoz... Ben karanlığımı kimseyle paylaşmadım." Ares derin nefesi içine çekti. "Bugün, bu sabaha kadar."

Esil, Ares'in kendisine ne söylediğini anlamıyordu. İçinden gelen seslere fısıltılı seslere kulağını verdiğinde tüyleri ürperdi.

Ares'in sakladığı karanlık, kendi kadanlığından çok daha derindi.

Ares başını ilk defa eğdi. "Çınar yaprağında gördüğün kan, gömdüğüm kanın bedeli." Başını kaldırdı ve dudaklarına ince çizgi yerleşti.

Esil'in gözbebekleri büyüdü. "Kimin kanı o Ares?" Dudaklarından titreyen kelimeler bahçede kayboldu.

Ares'in çehresinde, gecenin bile korkacağı o sessiz savaşçının ifadesi oluştu. "Almış olacağın bir sonra ki nefesinde öğrenmek isteyip, istemediğinden emin değilim Yakamoz."

Rüzgar birbirine bakan Ares'in ve Esil'in

arasından geçerken, bahçenin sessizliği ağırlaştı. "Bazı gerçekler, loş ışığa çıkınca yeniden ruh kazanır ve savaşır."

Esil'in dudakları şaşkınlıkla aralandı.

Ares'in gözlerindeyse kanlı şavaşın ortasında kalan ve ayağa kalkmayı başarmış şavaş tanrısı vardı.

Ares'in nefesi sertleşti, savaş gölgesi gözlerine karabulut misali çöktü.

"Yakamoz" Dedi tehditkar sesiyle. "Kanı soran, kanla sınanır."

Aynı an da hem tehdit hem itiraf hem kaderdi bu söz.

Esil'in loş ışığı titredi.

Ares'in karanlığı derinleşti.

Ve savaş tanrısı, ilk kez yenilmekten korktu.

***

More Chapters