Kader tanışmamızı istedi. Biz aşık olduk. Yine aynı kader bizi birbirimize yazmamaya yemin etti.
***
Yakamoz, İstanbul gecesinin aynasında bir dua gibi parlıyordu. Yüzüne vuran ışıkların içinde gözleri kendiliğinden kapanarak denizin dalgalarının hırçın sesini dinlemeye başladı. Boğazın denizi bu gece hiç olmadığı kadar hırçındı. Kıyıya vuran her bir dalga özlemi, vedayı, ayrılıkladı ve ölümü getiriyordu. Kokusu çocukluğunda ki kadar güzel değildi. Mega kent olan şehrin duygularını yutan ve göğsünde saklayan yer burasıydı.
İstanbul her ne kadar bedenini kaybetsede ruhunu kaybetmeyen tek şehirdi.
Ensesinde hissettiği nefesle gözleri yavaşça aralandı.
Sıcak nefes ensesinden kulağına doğru gelirken kalbi durmamak için atmayı bıraktı.
"Yakamoz, İstanbul'a gözlerini kapatma." Dedi kulağını dolduran tanıdık sese doğru döndü.
Dudakları hafifçe aralandı.
Arkasında denizin genzini yakan kokusu, önünde göğsüne sığındığı Ares'in kahve ve odunsu güven veren kokusu arasında kaldı.
Ares elleri Esil'in çenesine koydu. Başını yukarıya doğru çıkardı. Elleri arasında kaybolan yüzüne baktı. Sersemlemiş ve kalbinin yorgunluğuna esir olan Esil'in kulağına doğru eğildi. Ciğerlerini dolduran kadının kendine has kokusunu içine çekme gafletinde bulundu.
"İstanbul'a sakın ama sakın sırtını çevirme. " Fısıltısı uyarı niteliğindeydi. "Ona sırtını dönersen, o sana ihanetini getirir." Diyerek geriye çekildi.
Esil kurumuş olan dudaklarını diliyle ıslattı. Boğazına oturan yumrudan kurtulmak için seslice yutkundu. "Ve İstanbul kendisine ihanet edeni, senin gibi asla affetmez."
"Yakamoz..." Dedi dudakları arasında ismini ezerek. "İhanetinin tek sonucu var." Diyerek ekledi. "O da ölüm."
"İnan ölmek bazen yaşamaktan daha kolay." Diye ekledi Esil.
Ares alev saçan gözlerini siyah inci misali parlayan gözlere dikti. Gözlerinde gördüğü acı yaşadığı ağır yükleri kaldıramadığının en büyük kanıtıydı. "Sen yaşayacaksın çünkü ben sana bir kalp bulacağım."
"Hayır!" Diye bağırdı. Başını iki yana sallayarak geriye doğru bir adım sendeledi. "Ben bunun için kabullenmedim."
"Yaşamak zorundasın Yakamoz"
"Ben Yavuz Yakamoz'dan intikam alacağım." Diye haykırdı Esil.
"Anlamıyor musun bu savaşta, yorgun savaşçı olacaksın hep." Ares birkaç adım daha atarak yeniden Esil'i kolları arasına aldı.
"Ares Baykan benimle evlenmek isteyen sendin." Diye çıkıştı.
"Neden?" Haykırırak Esil'i göğsüne bastırdı. "Ölüm ve sen aynı cümle içindeyken, ben bu güçle hiçbir şey yapamıyorum." Sonlara doğru sesi iyice yumuşadı ve kısıldı.
Ares'in sesi çatladı; o kısık, kırık sesin içinde bir emir de, bir yalvarış da vardı. Esil'in omuzlarına bastırdığı başı, göğsünün ritmini hissetmeye çalıştı; kalp atışı zayıftı, ama oradaydı inatçı, uslu bir çocuk gibi. Ares gözlerini kapadı, bir an için yalnızca o ritme kulak verdi; dışarıdaki bütün dünya, ışıklar, deniz,ve hatta İstanbul bu ritmin etrafında döndü.
"Yakamoz," dedi usulca, dudaklarından sarkan bir nefes gibi, "Benim adım Ares Baykan. Sana bir şey daha söyleyeceğim: Ben seni ölüme götürmem. Beni dinle, tamam mı? Ben... seni yaşatacağım."
Esil, başını hafifçe çevirdi; gözleri yine uzaklara takılı kaldı, içinde bir yerde yangın hâlâ sönmemişti. "Sana inanmak," dedi ince bir sesle, "kolay değil. Bana kalbi bulacağını söylüyorsun; peki ya o kalbi bulurken kimleri öldüreceksin Ares? Hangi kanın üstüne yürüyeceksin?"
Ares, ilk defa kendinden emin bir gür sesle değil, titreyen bir kararlılıkla cevap verdi: "Kimsenin kanını istemiyorum. Ama gerekirse... gerekirse bütün dünyayı yakarım da seni yaşatırım." Elleri, Esil'in çenesinden yüzüne doğru indi; parmak uçları nazik bir zırh gibiydi. "Senin intikamın benim planım değil, senin yaşaman gerek."
Esil bir kahkaha attı. İçinden gelen, acıyla karışık, kısa bir ses. "İntikam yaşayacakmışım gibi konuşuyorsun," dedi. "Yavuz Yakamoz'un etten duvarını şu zamana kadar aşan tek birisi var. Gölge gibi yaşayan yüzü olmayan karanlık birisi. Annemi ve kardeşimi öldüren oydu."
Ares gözlerini kaçırmadı; bakışları, gece kadar karanlık ama içinde birer kıvılcım taşıyordu. "Senden çocukluğunu alanların ölümü yakın nefesi kısadır."dedi. "Yakamoz. Bu şehirde yitik şeyleri hatırlayacaksın ama senin hikâyin bitmemeli." Ares'in sözü geceye bulandı, denizin uğultusu bir an içinde olsa sustu.
Esil gözlerini hafifçe kısarak başını kaldırdı ve ateş misali yanan zümrüt gözlere baktı. "Yitik şeyler" Diye mırıldanarak dudağını büzdü. "Benden yitip giden çıcukluğum değildi. Annemdi!" Gözleri artık taşacak kadar dolu denizdi. Gözyaşları bir bir yanağına süzüldü.
Ve Tanrı kadının gözyaşlarıyla kaderi yeniden yazdı.
Madalyonun bir yüzünde Ares Baykan'ın gücü, diğer yüzünde Büge Esil Yakamoz'un zayıflığı vardı.
Ayrılmayacak kadar birbirlerine ait ama birleşmeyecek kadar da uzaklardı.
Esil'in içi dışına taşıyordu. Yıllardır içine yaşadığı acılar sanki bu geceyi bekliyordu. Acısı dile gelmiyor adeta onları kusuyordu. Nefes almak için bedenini Ares'in göğsünün sıcaklığından ayırdı. Elleri saç diplerinden geçirerek kendine gelmek için, bu kendisine verdiği fırsattı. Derin nefesi ciğerlerine çekerek mesafeyi olduğu yerden açtı. Başını yerden kaldırdığında sol göğsünün üzerinde gördüğü,keskin nişancının kırmızı ışığının hedefine girmesiyle dona kaldı. Gözleri aniden Ares'in zümrüt gözlerine ışınlandı.
Zaman o an için durmadı.
Gözler dile geldi.
Esil'in gözlerinde ölümün soğukluğu vardı.
Ares'in gözlerinin önünde ona sığınan kadının öldürülmeye teşebbüsünün verdiği gözdağı vardı.
Uzaktan güçlü bir ses duyuldu "Ares Baykan'ı koruyun." Kahhar yaklaşık iki yüz korumayla birden etten duvar olarak Ares ve Büge'nin etrafını saniyeler içinde çevreledi.
"Kahhar bu güvenlik zafiyeti nedir böyle?" Sesinde öldürücü tınısıyla sağ kolu Kahhar'a baktı.
"Ares Bey böyle bir saldırı beklemiyorduk." Şaşkın sesiyle patronun öldürücü sorusunu titreyerek cevapladı.
Güvenlik şeflerinden Fatih, Esil'in önüne geçmesiyle keskin nişancı lazerini etten duvar örmüş olan yerden çekti.
İstanbul'un karanlık gökyüzünde dronelar belirdi.
Anatomik kalbin görselini oluşturan droneları izleyen etrafta kişiler evlilik teklifi bekliyordu.
Rüya gibi bir evlilik teklifi yerine gökyüzünde kan donduran bir cümle belirdi.
Zümdürüanka'nın kalbi benim.
Gökyüzünden kelimeler yavaşça silinirken, bomba etkisi yaratacak yeni kelimeler bir araya geldi. Kelimeler daha karanlık ve cümle kimin neyi istediğini söylüyordu.
Gölge sahibi olduğu yeni kalbi istiyor.
Etrafta ki insanlardan aaaa nidaları yükselirken, Ares bunun ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu.
Keskin nişancı saldırısı yoktu.
Yakamoz'a açık bir tehdit mesajıydı.
Ares önünde duran Kahhar'ı sağa doğru iterek biraz uzağında olan Esil'i kolları arasına aldı. Düşüncelerinin arasında sadece böyle koruyabilirdi. "Malikaneye dönmemiz gerekiyor." Ellerini turunç renginden almış saçları okşarken buldu.
Korkudan kedi yavrusu gibi titreyen Esil, bu açık tehdit mesajının kendisine olduğunu biliyordu. Yıllardır babasının anlattığı yeraltı tarikatı bugün burada olduğunu biliyordu. Geçmişte annesini ve kardeşini ondan koparanlar şimdi ondan yorgun kalbini istiyordu. "Beni onlara verme." Titreyen sesi gittikçe kısıldı. Danarlarında ki kanlar çekildi. Kalbinin atmaya mecali kalmadığı gibi beynide Esil'e oyun oynuyordu. Gözlerinin önünden annesinin kanlı görüntüsü gitmiyordu. Aldığı her bir nefes ciğerlerini yakıyor ve sol göğsüne tuz basıyordu. Ruhu bedeninden çekilircesine acı içinde çığlık çığlağa kulağına feryat ediyordu. Zihni o kadar bulanıktı ki şu an nerede ve kiminle olduğun bilmeyecek kadar, kendinde değildi. Gözbebekleri sağa sola kayarak görüntüyü bulanıklaştırdı. Sonrasınds kulağında ki çığlık fısıltıya dönüştü. Ayakları artık bedenini taşıyamadığı için vücudunu boşluğa bıraktı. Gözleri tamamen kapandı. Zihni derin uykunun kolları arasına kendini bıraktı.
***
Kuş tüyü kadar hafif dokusunda başını koyduğunu hissediyordu. Odunsu ve kahvesinin ağır ağır kokusu burnunu sızlattı. Vücudunun rahat yatakda uzandığını artık iyiden iyiye kavrayabiliyordu. Gözkapaklarından kalkmayan tonlarca ağırlığa direnecek güçü yoktu. Göğsünde hissettiği soğuk metal ile kasılan vücudu titremesine neden oldu. Yuvarlak metalin ne olduğunu artık çok daha iyi biliyordu. Zihni yine Esil'e oyun oynamıyorsa bu bir stetoskoptu. Sol göğsünün, göğüs boşluğuna gelen metalin teninden ayrılmasıyla doktorun muayenesinin bittiğini anladı. Sessizliği bozan serumun şıp şıp damlamasıydı.
"Celal abi durumu ne?" Soğuk ve oldukça boğuk gelen ses, kapının pervazına yaslı olan Ares'ten geldi.
Uzaklardan duyduğu ama o güvenilir tanıdık sesle, kasılan vücudu gevşedi.
Stetoskopu boynuna geçiren doktor ellerini beyaz önlüğün cebine koyarak, biraz düşündü. Hastanın dosyasını birkaç gün önce okuduğu için hasta hakkındaki geçmiş sağlık bilgilerini biliyordu. Sıkıntılı ve oldukça can sıkan nefesi içine çekti. Sözcükler diline kadar geliyor, boğazına doğru geriye gidiyordu. Kursağında kalan kelimelerin ağırlığından konuşmakta zorlandı. Ares'in sabırsız bakışları arasında sıkıştığını hissediyordu. Derince yutkundu. Boğazını temizledi. "Aşırı yoğun stres altında kalp kendini korumaya almış gibi görünüyor. Şu an için durumu stabil. Yaptığım serum onu sabaha kadar rahatlatır." Diyebildi.
"Onun sağlam bir kalbe ihtiyacı var." Kapının pervazından odanın içine doğru yürüdü.
"Evet... " Diyerek Ares'i onayladı. "Kalbi çok zayıf tecrübelerim beni yanıltmıyorsa sene sonunu görebileceğini düşünmüyorum." Ares'in duymak istemediği ama tıbbın gerçeğini söyledi.
"Celal abi sen tanrı mısın?"
Sehpanın üzerinde olan pahalı içkiyi kristal bardağına doldurdu. Ellerinin titrediğinin farkında bile olmayarak avuçunun arasına bardağı sıkıştırdı. İçkiyi fondipledi.
"Ares, ben doktorum insanlara ömür biçmem doğru değil tabii ama tıbbın da gerçekleri var."
Ares sinirden burnundan soluyordu. Burnunu çekerek avuçunun arasında olan bardağı boş karşı duvara patlattı. "Tıbbın bütün imkanları elinde abi. Onu iyileştirecek kalbi bul ve bana getir."
Doktor Celal, Ares'i yıllardır tanıyordu. O bir kadın için asla bu kadar korumacı değildi. İtalya'ya gitmeden Ares ile ve dönen Ares farklıydı. Düşüncsi bile kendisi korkutsa da Ares, hastalıklı kalbe sahip olan kadından etkileniyordu. Soğuk taşlaşmış kalbinde bir kadına yer açmıştı. "Ares..." Diyerek evladı gibi gördüğü adamın omzuna elini koydu. "Esil'in yaşamadı için önünde iki şansı var. Birincisi ona yeni bir kalp bulmak."
"İkinci bir yol mu var?" Ares şaşkınlıkla doktora baktı.
"Evet."
"Tanrıya şükürler olsun" Sevinçle kadına baktı. Birinin kanına gireceğini düşünen kadının başka bir şansı vardı.
"İkinciside... " Diyerek sözlerini bitirdi.
"Ne?"
"Evet böyle bir yöntem daha var. Deney aşamasında ama başarı sayısı azımsanamayacak kadar yüksek." Diyerek ikinci bir yolun meşaketinden bahsediyordu. Yurt dışında kullanılan ve başarı sayısı nitekim yüksek olan bir yoldu.
"İşimizi garantiye alalım. Birinci yol daha tanıdık ve bilindik. Onun için bir kalp bul. Ne yapman gerektiğini biliyorsun abi." Ares vücudu boş çuval misâli tekli koltuğa bıraktı. Düşüncelerinde dahi ikinci yolu düşünmeyi kendisine yasakladı.
"Ülkemizde ve dünyada organ bağışının düşüklüğünü düşünürsek legal yollardan on sene ve üstü, illegal yollardan bile aylar sürer." Diyerek gerçekleri yeni yeniden Ares'in yüzüne vurdu.
"Ona uygun kalbi bulacağım."
Ares'in iki dudağı arasından çıkan sözler cevap niteliğinden çok yemin eder gibiydi. Bedeli ne olursa olsun uygun kalbi Yakamoz'un göğüs boşluğuna koyacağının yeminiydi.
"Ares oğlum, Esil'e kalp bulurken yürüdüğün yolu şaşırma. Konumunu unutma." Doktor Celal baba nasihatını, Ares'e son sözleriymişçesine verdi. Adımlarını kapıya doğru yöneltti. "İkinci yolun garantisi yok belki ama en azından zayıf kalbi ona birkaç yıl daha kazandırabilir." Diyerek kapıyı açarak adımlarını odanın dışına attı.
Ares ve Esil'i odada yalnız bıraktı.
Esil malikanede misafir odasında değil, Ares'in çatı katı odasında ki yatağında yatıyordu. Evleneceklerinin haberi tüm malikanede çalışan ve yaşayan insanlar için büyük şok dalgası yaratsada, gerçeği kimsenin değiştirmeye güçü yetmezdi.
Çatı katı odasının bir duvarı tamamen camlardan yapıldığı için güneşin ilk ışıkları malikanede her zaman bu odaya vururdu. Odanın ilk girişinde sağa dönünce duvarını ve tavanını tamamen kaplayan siyah ihtişamlı kitaplığı vardı. Ares dışarıdan göründüğü gibi kibirli ve boş konuşan güçlü insanlardan asla olmadı. Okur, düşüncelerini beynin süzgeçinden geçirir öyle konuşurdu. Çok düşünür az konuşurdu. Yatağı odanın ortasında konumlandığı için oldukça genişti. Yatağın başına bakan duvarda antik Yunan zamanından kalma Ares'in bir portresi vardı. Tablo tamamen duvarı kaplayacak şekilde tasarlanmıştı. Duvarın iki uçunda Zeus ve Herakles'in heykelleri vardı. Oturduğu koltuk yatağın hemen sol ayak ucundaydı. Arkasında kurşun geçirmez camdan duvarı vardı. Kapının sol tarafındaysa iki kapı ortasında ise şömine vardı. Sol taraftaki kapı giyinme odasıyken sağ taraftaki kapı banyosu ve tuvaletiydi.
Yerdeki gri parke rengine zıt olarak tavanın ortasında aynası vardı. Kenarları buzlu ayna her sabah kim olarak uyandığını ona hatırlatıyordu.
Oturduğu tekli koltuğunun çaprazında mini barı ve onun altında buzdolabı vardı. Geceleri şöminesi yakar. Buzlu içkisi yudumlar. Kitabını koltuğunda okurdu.
Taaa ki bu gecenin düzenini bozmasına kadar sürdü. Ay ışığı odasına vuruyordu. Yatağında uyuyan Yakamoz'un turunç dağılmış saçlarına, oradan usul usul yüzünün sol tarafında parlıyordu.
Tanrı kadını yaratmıştı.
Ademi cennetten kovaması için!
Düşünceleri birbirine giren Ares gözlerini kadından alamıyordu. Bembeyaz dolunay misali parlayan yüzünde solgunluk vardı. Kaşları ve kirpikleri ünlü sanatçının elinden çıkmışçasınaydı. Kalın kaşları, uzun kıvrık kirpikleri kapalı gözlerine rağmen ben buradayım diyebiliyordu. Fındığa benzeyen küçücük burnu vardı. Kurumuş olan dolgun dudakları sağlıklıyken canlı ve renkliy olmalıydı.
Yakamoz'u diğer kadınlardan ayıran neydi?
Yaşadığı acılara karşı bu kadar savaşçı olması mı yoksa yenilmesi miydi?
Ruhu kanayan kadının yaralarını saracak şifacı değildi. Ares bunu adı kadar iyi biliyordu. Yaralarını saramazdı. Yeni yaralar açardı kadının ruhunda. Sırtlanın kızı olarak dünyaya gözlerini açması kaderin çirkin oyunuydu.
Yavuz Yakamoz bulunduğu alemde sırtlanın insan vücuduna bürünmüş haliydi.
Kendi öz kızını, yeraltı masasında oturduğu adamlara peşkeş çekecek kadar adiydi.
Çınar'ın kızı Damla yaşasaydı eğer onun tek bir damla gözyaşı için güneşi batıdan doğurur, doğudan batırırdı. Yengesi doğumda can verince baba kız dünyanın yükünü omuzlarına sırtladılar. Abisi Çınar'ı koruyamadığı gibi Damla'yı da kendi öz babasından koruyamamıştı.
Yeryüzünde sevdiği kim varsa şimdi hepsi toprağın altındaydı.
Ares'in sevgiside, düşmanlığıyla aynı kaderi paylaşıyordu.
İkisinin sonunda ölüm vardı.
***
Günler sonra sığınağına dönen Yavuz Yakamoz, kaybolan kızından en ufak haber alamamıştı. İtalya'nın altunı üstüne, üstünüde altına koysa da kızı yoktu. Verdiği davetin içine eden Esil'e çok kızgındı. On bir adam her yerde kendisini arıyordu. Buldukları yerde canına kast edeceklerdi. Başta Ares Baykan vardı. Onun yapma dediği toz işine karışmış, şirketlerinin yüzde seksenlik kadarına naylon fatura kestiğini öğrenmiş olmalıydı. İstanbul'un fare deliğine kadar karış karış kendisini aradığını dün sağ kolu Ziya haber etmeseydi asla gözlerden ve şehirden uzak bu etten duvar evine gelmezdi.
Tunahan Kozan ise hem arıyor hemde yıkıyordu. Beş yüz dönümlük arazisini yakarak uğrattığı zarar yüz milyar doları geçiyordu. Otuza yakın evini ve onun iki katı arabasını kullanılamayacak hale getirmesiyle maddi zararını hesaplamaya kafasının içinde ki sırtlanın matematiği yetmiyordu.
Tetikçi ise en üstten, en alt kademede ki adamına kadar başı için ödül koymuştu kendisine.
Yaşadığı zararın tek suçlusu akılsız kızıydı.
Ölümün pençesinden yirmi yılı geçkin, oturduğu koltuğun gölgesi sayesinde korudu ve kolladı. Şimdi Esil'i ölüm tarikatının elinden kim koruyacaktı?
Tunahan Kozan bunun için biçilmiş kaftandı gözünde tabii Ares'den sonra.
Ares'e kızını peşkeş çekemezdi.
Siyah deri ikili koltuğuna oturdu. Sağ bacağını sol bacağının üzerine attı. "Ziya." Diyerek salonun ortasında duran sağ koluna seslendi.
"Efendim Yavuz Bey."
"Ziya buraya gel." Sol eliyle koltuğuna yaklaşması için işaret verdi.
"Buyrun Yavuz Bey." Ziya ikili koltuğuna yanına gelerek iki elini kemerinin hizasında birleştirdi.
"Esil'den bir haber var mı?"
Ziya oldukça sıkıntılı nefesi dışarı verdi. Günlerdir Bügel Esil kayıptı. Yer yarılmış içine girmişti. Aramadıkları tek yer mezarlıklardı. "Yavuz Bey, Esil Hanım'dan hiçbir iz yok. İtalya'da ki adamlar aramaya devam ediyor."
"Aramaları durdurun." Diyerek kendisine ağır ceza kesen kızına daha fazla yardım etmeyi yük olarak görüyordu.
"Yavuz Bey ama Esil Hanım büyük bir tehlike ile her an yüz yüze kalabilir."
"Onu bana ihanet etmeden önce düşünecekti." Dudaklarını ezerek sözlerini bitirdi. Kendisini çiğneyen kızına herhangi bir merhamet de bulunmayacaktı.
Ziya kendi öz kızına bile acıması olmayan Yavuz'un emrini nasıl yerine getireceğini düşündü. "Emriniz başımızın üstündedir."
"Kanım ihanet içindeyken, adamlarıma nasıl güveneceğim Ziya?" Oturduğu koltuktan kalkarak hemen yanında duran sağ kolunun omzuna elini koydu.
Adamına gösterdiği merhamet değildi, güçün dışarı yansımasıydı.
"Bizler, size bağlılık yemini ettik. Kaderimiz iki dudağınızdan çıkacak sözlere bağlıdır."
Yaşlı sırtlanı günler sonra gülümseten sözlerdi.
Kızının kaderi de, adamlarının kaderi de iki dudağının arasındaydı.
"Aferin Ziya hep böyle devam et. Olduğun konum seni asla şaşırtmasın." Diyerek odadına çekilmek için merdivenlere doğru yöneldi.
Yukarıya çıkarken ceketinin iç cebinde olan telefonu çalmaya başladı. Dinlenmek istediği için telefon görüşmesi yapmayacaktı. Israrla çalan telefonu susmak bilmiyordu.
Telefonunu cebinden çıkararak arayan kişiye baktı. Israrla çalan ve konuşmak isteyen kişinin kim olduğunu merak ediyordu.
Ekranda yazan isim yaşlı kalbinin ritmini hızlandırdı. Nefesi soluk borusunda takılı kalırken, eliyle merdivenlerin trabzanlarından destek aldı. Arama hiç beklemediği birinden ve zamansız gelendi.
Eski Dost
Otuz beş yıl öncesine dayanan bu dostluk, yarının ezili düşmanlığının tohumlarıydı. Ebediyen dünya üzerinde bu aramanın gerçekleşmemesi gerekiyordu.
Tüm bu olanlara rağmen arayan kişiye en büyük yamuğu otuz yıl öncesinde yaptığını daha dün gibi iyi hatırlıyordu.
Ekrandaki yeşil tuşa basarak, telefonu kulağına götürdü.
"Yavuz... "
Avizenin diğer ucundan gelen yaşlı ses de yılların yaşanmışlıkları vardı.
"Eski Dostum olarak kalmanı istiyorum. Yarına Ezeli Düşman yapma beni." Sesi gür ve tehditkardı.
"Kızın Büge Esil'i de annesinin kaderine mi terk edeceksin?" Ses ne titriyor ne de söylediği ölüm ağırlığının külfetinde eziliyordu.
"Ona dokunma... " Diyerek yaslanmış olduğu trabzandan destek alarak merdivenin basamağına çöktü.
"Kader ağlarını ördü Yakamoz'un kızı için ördü."
"Hayır!..."
"Kalbi ait olduğu yerde. Ellerimde." Diyerek telefonun avizesinde ki ses gitti. Telefon görüşmesi sonlandı.
Yavuz Yakamoz geç kaldı.
Durul'a ve doğmamış çocuğana geç kaldığı gibi Esil'e de geç kalmıştı.
***
