Korkudan merdivenleri ikişer üçer çıkıyorduk; arkamızda yükselen o ağlama—
Artık bir çocuğunki gibi bile değildi.
Daha bozuktu.
Daha derinden geliyordu.
Sanki boğazı parçalanmış biri nefes almaya çalışıyormuş gibi…
Bir insan sesi olmaktan çıkıyordu.
Odaya ulaşabilirsek yerdeğiştirme taşını kullanacak, bu lanetli han odasını şehirdeki bir han odasıyla yer değiştirecektik. Bizim bulunduğumuz oda oraya gidecek; şehirdeki oda da buraya gelecekti. Bu yüzden kapıya ulaşmak tek şansımızdı.
Awen kapıyı açtı.
— "Efendim, çabuk içeri girin!"
İçeri atladım. O da hemen arkamdan girip kapıyı kapattı ve sürgüyü indirdi. Kapı kapanır kapanmaz kısa bir sessizlik çöktü—en azından içerisi dışarıdan daha güvenliydi.
Nefes nefese, korkudan titreyen ellerimi belimdeki çantaya uzattım ve yerdeğiştirme taşını çıkardım.
Sıradan bir kireçtaşı parçasını andırıyordu; üzerinde iki üçgeni ayıran düz bir çizgi sembolü oyulmuştu.
Taşı avucumda sıktım.
ÇAT!
Taş çatladı… ama ne toza dönüştü ne de kayboldu.
Awen pencereye koştu.
— "Efendimiz… hâlâ köydeyiz. İşe yaramadı."
Panikle "Çalış… çalış…" diye mırıldanıyordum. Zaman gecikmesiyle ilgili bir uyarı almamıştım.
Kaşlarımı çattım.
— "Olmaz böyle. Belki temassızlık yapıyordur."
Taşa diğer elimle tak tak diye hafifçe vurdum.
Bir, iki, üç—
Yine hiçbir şey.
Awen:
— "Efendim… belki duvara fırlatmalısınız."
Hayatımdaki en sert atışı yapmak için kolumu gerdim.
Tam o anda zihnimde mekanik bir kadın sesi yankılandı:
"Odada parti üyesi olmayan biri var. Taş etkinleştirilemez."
— "Awen… o burada!!!" diye bağırdım.
Awen elini kılıcına attı, fakat adımını tamamlayamadan boynundan dumanlar yükseldi; vücudu görünmez bir el tarafından yukarı çekiliyormuş gibi gerildi.
Awen'i havaya kaldıran şeyi görebilmek için gözlerimi iyice kıstım; sonunda… nihayet seçebiliyordum.
İki metreden daha uzun, tamamen elmastan oluşmuş, neredeyse şeffaf bir iskelet.
Elmas bir eli Awen'in ensesinden kavramış, onu tek bir hareketle yukarı kaldırmıştı.
Kusursuzdu. Sessizdi.
Ve sanki odanın doğal bir parçasıymış gibi kıpırdamadan duruyordu.
Elmas iskelet belirginleştikçe, ay ışığı gövdesinin içinden geçerek kırılıyor; duvarlara renkli, keskin ışık çizgileri çekiyordu.
Çizgiler odayı hafifçe dalgalanan büyüleyici bir parıltıyla dolduruyor; kırılan ışığın her titreşimi, odanın köşelerinde kısa süreli belirsiz yansımalar bırakıp kayboluyordu.
