Cherreads

Chapter 3 - Barış İçin Savaş 3.Bölüm

Yüreğimin çatlağı kan akıtır...

***

"Ben sana kalp vereceğim." Ares ellerinin arasında olan kadının bileklerini bıraktı ve belinden tutarak kendisine çekti. "Hasmım olan babandan intikam almanı sağlayacağım."

"Karşılığında ne istiyorsun?"

"Benimle evlenmeni."

O an zaman durdu.

Akrep yelkovanın peşini bıraktı. Yelkovan bir sayının üzerinde durdu. Zaman akmayı bıraktı. İçinde bulunduğu mekan gözleri önünde silindi. Kulaklarında uğuldayan ses Ares'in zor teklifiydi. Ölmek üzere olan kendisine, sunduğu teklif akıl tutulmasından başka ne olabilirdi? Sene sonunu görmeye bile ömrü olmayan birisine evlilik teklifi eden Ares'in zümrüt yeşili gözlerine baktı. Gözleri boşluğa bakan Ares'in gözleri Büge'nin gözlerinde karar kıldı.

Büge'nin gözlerinde fırtınalar kopuyordu...

Sustu!

Yakamoz kadının gözleri dile geldi. Siyah inciyi andıran gözleri Yakamoz kadar parlayan yaşlar birikti.

Ve gözlerinde teker teker kayıp yanaklarına düştü.

Artık karşısında gözlerini kırpmadan ağlayan kadın vardı. Canı yanıyor ama sesi çıkmıyordu. Konuşmak istiyor ama dili ihanete uğramış gibiydi.

SUSTU...

Bazı acılar kelimelerin dar kalıplarına sığmazdı.

Ares tedirgince bir adım geriye sendeledi. Yakamoz kadının gözlerinden dökülen sessiz çığlığa kayıtsız kalamadı. Ömrü boyunca geriye adım atmayan kendisiyken şimdi bir kadın gözyaşlarına sendeledi. Bağırsa, çağırsa ya da konuşsaydı belki de bu kadar kolay geriye adım atmazdı ama Yakamoz kadını sustu.

Karanlığında ilk defa derin kanayan yarasına rağmen ayakta kalabilen kadın gördü. Köklerinden koparılan, güneşi batan ve dolunayı çalınmasına rağmen ışıldamaya devam eden Yakamozu belkide rahat bırakmalıydı.

Ares gözlerini Yakamoz kadının yüzünden alamıyordu. Gözlerinden süzülen her bir damla gözyaşı, kendi suskunluğunun bedeliydi.

İlk kez bir savaşçının kılıçına değil, bir kadının sessiz gözyaşına yenildi.

Hayatımda ilk kez ne konuşacağını bilmiyordu.

Zor teklifi eden kendisiyken yanıt vermesi gerek Yakamoz olmasına rağmen Ares konuşma ihtiyacı içinde kıvranıyordu.

İlk kez...

Kalbi çatlayan birini tutmaya çalışıyordu.

"Yakamoz..." İsmini söylememeye içten içe yemin etmiş gibiydi. Cümleye yine soyadını söyleyerek başladı ama ardından ardından gelecek olan cümleler boğazında düğümlendi.

Büge Esil bir an da durdu.

Annesinin Büge'si, babasının Esil adını verdiği kız şimdi sadece Yakamoz olmuştu. Karanlık kumsalı mavi ışıklarıyla aydınlatan.

Zaman yeniden akmaya başladı. Yelkovan yeniden yürümeye başladı.

Ve kalbi,

O kan sızdaran çatlak, daha derinden bir acıyla sızladı.

Kabullenme...

Büge Esil başını yavaşça kapattı. Ardarda akan sıraları gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. Gözlerinde hala yaş vardı ama şimdi içinde bir kırılma değil kabullenme vardı.

Kabullenme, kabul etme değildi.

Bu içinde bir barış için savaşmanın başlangıçıydı. Sessiz içten içe büyüyen yangının ilk kıvılcımıydı.

"Evleneceğim Ares Baykan..." Sesi titremedi çünkü konuşmaya başlamadan önce yüzlerce kez yutkundu.

Ares bu kabullenişin altında ezildi.

"Senden benim için kalp bulmanı istemiyorum." Diye cümleye devam etti.

Ares'in zümrüt yeşilli gözlerinden ateşler çıktı. İki üç adım öne doğru yürüdü. Ellerinin arasınaBüge Esil'in kollarını aldı ve kadını sarstı. Kendine gelmesi gerekiyordu. "Kalp istemiyorum da ne demek? Haaa söylesene sen kendi değilsin. Sağlıklı düşünemiyorsun."

Büge, Ares'in sarsmasıyla titredi ama gözlerinde ki o ağırlaşmış kararlılık değişmedi. "Ben kalp istemiyorum." dedi tekrardan, sesi bu kez daha net ve kararlıydı. "Ben zaten yaşamak istemiyorum. Bedel karşılığında yaşayacağıma ölmeyi tercih edeceğimi biliyorsun."

"Yapma!" Diyerek, Ares adeta kükredi.

"Ares ben senden sadece güçünü ve iktidarına ortak olmak istiyorum. Annemin intikamını sadece bu şekilde alabilirim." Önce yüreğinde sonra da gözlerinde yanan intikam ateşiyle, baktı zümrüt yeşili gözlere.

Tanımadığı bilmediği bir adamla otel odasında karşı karşıyaydı. Zihni bulanmış, kalbi yorgun ama dimdik ayaktaydı.

"Yakamoz kadını sen benden, seni öldürmemi istiyorsun." Ares'in sesi oldukça sert ve keskindi.

"Ares, oturduğun koltuk Yavuz Yakamoz'un oturduğu masanın başıyken zaten ya kaçağım ya da ölüyüm."

Karanlık dünyanın içinde kadın olmak demek kaçmak ya da öldürülmek demekti. Büge Esil bu dünyaya doğmayı seçmemişti. Annesinin gözlerinin önünde tecavüze uğramasını hafızasından silinmeyecek kara lekeydi. Karanlık dünyanın kara damgasını hafızasına sekiz yaşında vuranlarında kalbini sökecekti. Erkekliklerini ellerinden alarak etek giydirip yine o karanlık dünyanın başka erkeklerin yataklarına atması için Baykan olması gerekiyordu. Yalının bodrumunda küçük taburenin üzerinde annesinin bacak arasında ki kanlı görüntüsünü hangi güç silebilirdi. Boğazından geçirilen ip ve ayaklarının altında ki tabureye atılan tekmeyle annesi ve kardeşi öldü.

"Karanlık dünyaya doğmuş olman seni yaşamından alıkoymaz."

"Ares anlamıyorsun ben barış için savaşacağım."

"Barış için savaşmak mı?" Ares tek kaşını kaldırarak sorgular nitelikte baktı kadına.

"Evet."

"Yakamoz barış için savaşmak için yaşamak gerekmez mi?

Büge, gözlerini Ares'inkilere kilitledi. Sözleri kadar bakışı da netti artık.

"Ben zaten yaşıyor değilim ki..." dedi usulca. "Bir kabusun içinde nefes alıp vermek yaşamak değil. Barış için savaşmak, içimdeki karanlıkla savaşmak demek. İntikam sadece bir yol... Ama gerçek savaş, o yolda yürürken insan kalabilmekte."

Ares'in yüzündeki öfke, yerini kararsız bir sükûnete bıraktı. Zümrüt yeşili gözleri hâlâ alev alevdi ama artık bu yangının adı öfke değil, çaresizlikti.

" Yakamoz... Bu dünyanın içinde, barışı düşleyen biri olman... seni zayıf yapmaz. Ama... bunu tek başına yapamazsın."

Büge başını eğdi. "Ben zaten tek değilim. Annemle birlikte ölen kardeşimin gözleri içimde yaşıyor. Her gece uykumda benden hesap soran kadınların sessizliğiyle yürüyorum bu yolu. Ve şimdi seninle evlenerek onların hesabını göreceğim. Bu, senin zaferin değil Ares Baykan... Bu benim intikamım."

Kısa bir sessizlik odanın içini ağırlaştırdı. Ares'in elleri hâlâ Büge'nin kollarındaydı. Ama artık onu sarsmıyor, sadece tutuyordu. Sanki düşmesin diye...

"Peki," dedi sonunda. "Barış için savaşacağız. Ama bu yolda birlikte yürüyorsak, senin kalbinin çatlağını tamir etmek de benim görevim olacak."

Büge, ilk kez hafifçe gülümsedi. Gözlerinde hâlâ yaş vardı. Ama bu kez bir umut da vardı içinde. İnce, kırılgan ama gerçek bir umut.

"Tamir etmeye çalışma," dedi. "O çatlak bana annemi hatırlatıyor."

Ares ellerini Büge Esil'in kollarından çekerek yüzüne getirdi. Avuçunun içine aldığı kadının yüzünü baş parmaklarıyla ıslak yanaklarını silmeye başladı. "Yakamoz kabul et sana bir kalp bulayım."

"Başka birinin göğüs kafesinde atan kalbi, benim göğüs kafesime koyma."

"Neden? Neden istemiyorsun yeni bir kalbi."

"Yirmi yıldır anneme hasretim ben bırak da toprağın altında anneme kavuşayım."

Büge Esil Yakamoz artık yirmi sekiz yaşında genç kadın değil, sekiz yaşında küçük kız çocuğuydu. Mor elbisesiyle yalının bodrumunda ağlayandı.

"Sen kazandın Yakamoz. Olurda birgün fikrini değiştirirsen ben o kalbi hep senin için saklayacağım." Ares bunları söyleyerek kadından uzaklaştı. Kapıya doğru hızlı adımlarla yürüyerek odanın kapısını açtı. Bedenini zorlukla dışarı çıkardı. Ardında kalan kapı kendiliğinden kapanırken, Ares duvara sertçe yumruk attı. "Sen artık yaşamıyorsun Yavuz Yakamoz. Ölüsün sen yaşayan bir ölüsün."

***

Elinin parmakları arasında sıkışıp kalan kristal bardağın çatlamasını görmezden gelerek daha da sıkılaştıran adamın sağ avuç içinde kırılan bardak tuzla buz olarak koyu renkli parkenin dört bir yanına savruldu. Avuç içini kesen cam kırıklıkları yer yer kesilen bölgenin içine nüfus etmesini umursamayan adam takım elbisesinin sağ cebinden çıkardığı mendili üzerine gelen alkolü silerek yere doğru bıraktı. Cep mendili süzülen süzülen tuzla buz olan cam kırıklarının üstüne düştü. Sinirlerine hakim olmaya çalışan ve asla beceremeyen adam, Tunahan Kozan'dan başkası değildi. İki gece önce büyük hazırlıklarla İtalya'ya toplantı diye gidip eli boş gelmek ve üstüne bir de fare deliğine saklanan Yavuz Yakamozu bulamamak Tunahan'ı çileden çıkarmaya fazlasıyla yetmişti. Sesi soluğu çıkmayan Ares'in iki gündür kayıpları oynaması bu sabah indiği özel jetinde getirdiği kadınla bitirdi. Tunahan kendisine gönderilen fotoğraflardan kadını bulması için bütün fotoğrafları sağ koluna göndererek gelecek olan bilgileri ofisinde sinirle oturarak bekliyordu.

Tik tak, tik tak, tik tak, tik tak, tik tak...

Newton beşiğinden gelen sesin kulaklarının içinde bıraktığı tahribatı yok sayarak gelecek olan dosyaya odaklanmak için yeni bir bardak çıkardı ve içine iki küp buz koydu. Normalde whiskeyi bozmazdı ama şu sıralar uyanık ve ayık olmalıydı. Ortamda haz etmediği kokular geziyor ve Tunahan bu pis kokuları oturduğu rahat koltuğundan dahi alabiliyordu. Bardağı buzla doldururken camın soğukluğu bile öfkesini soğutmaya yetmedi. Parmaklarının arasında yeni bardağı çevirirken dudaklarından çıkan kelimeler yalnızca kendineydi:

"Fareler deliğine saklanmaz, deliği kendine saray zanneder."

Ofisin kapısı tıklamadan açıldı. Siyah takımı, kulak içi kulaklığı ve ifadesiz yüzüyle adamlarından sağ kolu Demir elinde tablet ile içeri girdi. Elindeki dijital tabletin ekranı açık, ışığı Tunahan'ın yüzüne yansıdı.

"Görüntü netleşti efendim. Kadın İtalya'dan geldi"

"Demirer! Beni delirtmeye mi çalışıyorsun?" Diyerek öfkeli sesiyle odayı hükmü altına aldı.

"Büge Esil Yakamoz, Ares Baykan'la birlikteyim. Yavuz Yakamoz kızını Ares Baykan'a peşkeş çekmiş olmalı ki İstanbul'a iner inmez evlilik işlemleri başlatılmış."

Tunahan'ın kaşları hafifçe kalktı. Bu kadarını beklemiyordu. Kadeh yavaşça dudaklarına ilerledi. Buzla karışan viski, dilinin ucunda acı bir tat bıraktı.

"Demek oyun böyle oynanıyor, Ares... Yakarım o gelini. Geline düğün değil, kefen dikeceğim."

Adam tableti masanın üzerine bıraktı. "Büge Esil Yakamoz... Bilgiler geldiği gibi şifreli klasöre eklendi."

Tunahan bir süre hiçbir şey demedi. Newton beşiği hâlâ tik taklarını sürdürüyordu. Cam kırıklarıyla çizilmiş parkede duran mendili izledi. Sonra masaya doğru eğildi, tabletin ekranına dokundu. Büge'nin dosyası açıldı. Küçük yaşta İtalya'ya gönderilmesi, kaldığı yerler, eğitim aldığı okul ve en son kaldığı adres...

Ama dosyada bir detay vardı. Kırmızıyla işaretlenmiş. "Luce del Silenzio" isimli bir özel bakım yurdu. Açıklama kısmında sadece üç kelime vardı:

"Tarikat izleri mevcut."

Tunahan'ın gözbebekleri büyüdü. Tabletin ekranını büyüttü, dökümanları inceledi. Yavuz Yakamoz'un kızını tarikatların eline mi bırakmıştı? Bu nasıl bir oyundu?

"Zümrüdüanka mı olacaksın Büge Esil?" dedi alçak sesle. "Ben o küllerini bile savururum."Diyerek bardağın dibinde olan viskisini fondipledi.

"Abi, Yavuz'un kızından olsa olsa anca serçe kuşu olur. Kız öbür tarafta doğru hızla ilerliyor." Demir daha sağlık bilgilerini okumaya fırsatı olmayan Tunahan'ın öfkesini dindirmek için kadının hakkında aklında kalan bilgiyi verdi.

Tunahan hızla sayfayı kaydırdı. Sağlığıyla ilgili olan sayfada istediğini almış gibi dudağın tek kıvrımı yukarıya kalktı. "Güzel, çok güzel. Demek Büge Esilcik kalp yetmezliği tanısı almış ve iki yıldır da uygun kalp bekliyormuş."

Demir, bir şey söylemek ister gibi kıpırdandı ama Tunahan'ın gözlerine baktığında, kelimeleri yuttu. Masanın köşesindeki Newton beşiği, sessizliğe hükmeden bir metronom gibi tik taklamaya devam ediyordu. Tunahan ise artık başka bir yerdeydi.

"Kalp yetmezliği..." diye mırıldandı. Ardından parmak uçlarıyla tabletin ekranını tıklayarak başka bir klasörü açtı. Büge'nin sağlık geçmişi, yurttaki günleri, doktor görüşmeleri, hatta terapist notlarına kadar hepsi elindeydi. Ama gözünü en çok çeken, kırmızı kutucukla belirtilmiş bir isim oldu: Fratello Lucien.

"Demir ," dedi sessizce. "Bu Luce del Silenzio'nun başındaki adam... Fratello Lucien. Onu bana bul. Ve geçmişini kaz."

Demir başını hafifçe eğerek çıkmak üzere geriye doğru bir adım attı ama Tunahan sözünü bitirmemişti.

"Ve... Büge Esil'in annesiyle babasını da tekrar araştır. Babanın Fransa'da hangi kulüplere üye olduğunu, annenin hangi okullarda görev aldığını... Ve Büge Esil'in ilk bağışçısının kim olduğunu da."

Demir'in gözleri büyüdü. "Abi... Büge Esil'in ailesiyle bu tarikatın bir bağlantısı mı var diyorsun?"

Tunahan, camdan dışarı bakarak başını eğdi. İstanbul sabahına karanlık bir gölge gibi çökmüş bulutlar eşlik ediyordu. Dudakları arasından kelimeler damla damla döküldü:

"Tarikatlar sadece inanç değil, miras da taşır. Büge'nin kalbi bozuk... Ama onu isteyenler sağlam bir kalp değil, kırık bir kaderin mirasını istiyor olabilir."

Kadehini bir kez daha doldurdu. Bu kez buz koymadı.

"Demir," dedi yine, bakışlarını Demir'e çevirerek. "Kızın kalbini kim çaldıysa... Gidip ellerimle geri alacağım."

Tablet hâlâ masasının üzerinde açık duruyordu. Ekranda, Büge'nin çocukluk fotoğrafı vardı. Tunahan bir süre o fotoğrafa baktı. Yüzü çocuktu, ama gözlerinde büyümeye zorlanmış bir insanın derinliği vardı. Bu fotoğrafa uzun uzun bakması geçmişten gelen bir başka yüzü de hatırlattı ona.

Aynı gözler...

Aynı bakışlar...

Birden ayağa kalktı. Ceketinin düğmesini ilikledi ve pencereye yürüdü. Gri bulutlar gökyüzünü kaplamış, Boğaz'ın üstüne çökmüştü. İstanbul suskundu ama o sessizlik bir fırtına öncesiydi.

"Elimde tuttuğum taş, sadece bir taşı değil... geçmişi, inancı ve gücü temsil ediyor," diye mırıldandı.

Demir kapının eşiğinde bekliyordu. Sessizdi ama gözleri Tunahan'ın vereceği talimatı bekliyordu. O an Tunahan arkasını döndü.

"Demir. Artık oyunu biz yazacağız. Ares Baykan'a bir hatırlatma yapmamız gerek. Bu şehirde kimsenin nikahı, benim iznim olmadan kıyılmaz."

"Ne yapmamı istersin, abi?"

"Büge Esil'in gölgesi olacak birini ayarla. Ares'in tanımadığı bir adam olsun. Ama sakın ha… zarar vermesin. O kız bize henüz lazım. Sadece onu izlediğimizi bilsin. Güvende olmadığını hissetsin. Kalbi zaten çatlak, bir de korku sızdıralım o çatlağa."

Demir başını eğdi. "Anlaşıldı."

Tunahan parmaklarını viski bardağının etrafında dolaştırdı. "Ayrıca… Fratello Lucien'den haber geldi mi?"

Demir, tabletinden birkaç bilgi açarak başını salladı. "Lucien hâlâ Roma'da. Ama Fransa'daki bazı kilise kayıtları, Büge Esil'in annesiyle dolaylı bağlantılar gösteriyor. Annesi zamanında pedagojik bir programda görev almış. Aynı program Lucien'in yönettiği yurtla eş zamanlı yürütülmüş."

Tunahan'ın gözleri kısıldı. "Demek öyle… Kızın annesiyle Lucien geçmişte yolları kesişmiş. Bunu saklamışlarsa, demek ki bildiğimizden çok daha büyük bir sır var."

Demir dikkatlice sordu: "Ne yapalım abi?"

Tunahan ceketinin iç cebinden gümüş saplı bir çakmak çıkardı, eski bir sigarayı yaktı. Bir nefes çekti, sonra konuştu:

"Lucien'e haber gönder. Ona 'kayıp evlat' geri döndü de. Ve onu almazsak, bizim elimizden bambaşka biri olarak çıkacak. Onu yeniden şekillendirmeye Ares mi daha uygun, biz mi?"

Demir bu sözlerin anlamını çözerken içinden ürperdi.

Tunahan arkasına yaslandı, gözlerini kapattı ve kendi kendine fısıldadı:

"Zümrüdüanka mı olmak istiyorsun Büge Esil? O zaman seni küllere çevirecek yangını ben başlatırım."

***

İstanbul'a karanlık çökmesiyle beraber elli bir arabada aynı zamanda harekete geçti. Avrupa yakasının göbeğinde aynı elli araba aynı model ve plaka kodlarını taşıyordu.

34 BKN

Siyah Mercedes arabalar son sürat şehrin uzağında olan istikamete arabaları sürüyorlardı.

İçlerinden sadece birisi 34 ARS farklı renkte ve Ferrari araba modeline sahipti.

Dışarıdan bakan herkes elli arabanın bu arabayı koruduğunu rahatlıkla tahmin edebilirdi.

İstanbul otobanında son sürat giden elli bir araba hız kesmeden yoluna devam etti.

Kırmızı Ferrari arabanın arka koltuğunda cama yaslanmış olan Büge Esil akıp giden yolu izliyordu. İstanbul'a iner inmez Ares'in malikanesinde rahat nefes alabilmişti. Uzun geçen uçak yolculuğu kalbini yorgun düşürmüş ve vücudu halsiz bırakmıştı. Kendisine tahsis edilen misafir odasında rahatça duşunu aldıktan sonra uyuyarak güç kazanmak için dinlenme gereksiniminde bulundu. Uyandığında saat çoktan akşam yediyi geçmiş ve o sırada dışarıdan bir alev topu gibi gelerek odasında soluğu alması hem Büge Esil'i ürkütmüş hem de öfke anında Ares'in nasıl bir canavara dönüştüğüne şahit olmuştu.

Ares Baykan sinirlerini kontrol etmekte güçlük çeken birisiydi. Öfkesi önce zümrüt yeşili gözlerinde şimşekler çaktırıyor daha sonra da alev alev harlıyordu. Sert ve güçlü yapısı onu yenilmez yapıyordu. Oturduğu koltuğun lideri olmak her an ölümle burun buruna yaşamaktı.

Tıpkı babası Yavuz Yakamoz gibi Ares'in de etrafında etten duvarları vardı.

Ares'i ayıran en büyük özelliklerinden biriyse hem evinde hemde yaşamında kimsenin aşamayacağı surlarının olmasıydı.

Kolundan tuttuğu gibi hızla merdivenlerden kendisini indirmeye başlarken fikrini sormamasına ayrı ve üç kere bileğini kıracak kadar hızlı yürümesine ayak uyduramayımca, tek kolunu belinden geçirerek merdivenden hızla kendisini indirmişti. Malikanenin ceviz içi renginde Fransız mimarisine aitim diyen dış kapıyı açar açmaz bahçede hazır bekleyen arabaları görmesiyle bir yere gittiklerini çoktan anlamıştı.

Bedenini Ares'in kolumdan çekerek, zorluk çıkarmadan arabaya doğru yürümeye başladı. Arka koltuğa oturmasıyla düşüncelere dalması kendisi için oldukça olağandı.

Büge Esil daldığı yerden çıkarak sol tarafına baktı. Ares Baykan'ın gözleri, yeşil zümrüt gibi parlıyor, vücudu ise her an patlamaya hazır bir volkan gibi geriliyordu. Büge Esil, onun yanında sessizce oturuyor, gözleri o anki fırtınayı gözlemliyordu. İçinde bir korku vardı ama bu korku, aynı zamanda Ares'e karşı duyduğu tarifi zor hissiyle karışıyordu. Onun varlığı, sadece sert bir lider değil, aynı zamanda bir başkasını koruma arzusuyla yanıp tutuşan bir adamın izlerini taşıyordu.

"Yakamoz bana öyle bakmayı kes."

Ares kendisini göz hapsine alan kadını, kendince nazikçe uyardı.

Büge Esil yakalanmanın verdiği utançla başını yere eğdi. Zira başı yirmi yıldır yerden kalkmıyordu. Yabancısı olmadığı için başını yerden kaldırmayarak parçalanmış diz kapaklarına gözlerini kitledi. "İstanbul'un denizi senin oturduğun koltuk tarafında kaldı. Ben sana bakmıyordum. Gece ışıklarının denize yansımasına bakıyordum."

"Yalan söyleme gayette beni dikizliyordun." Ares başını biraz sağına doğru çevirince, Yakamoz'un başını eğdiğini gördü. Gözlerini parçalanmış diz kapaklarına kitleyen kadının çenesini avuç içine alarak başını yerden kaldırdı. Kendisine doğru hafifçe çevirdi. "Yakamoz bir daha sakın o başını yere eğme. Sen benim karımsın. Her ne olursa olsun o başını yere eğme."

"Ares, ben hep İstanbul denizini camların arkasından mı izleyeceğim?" Büge Esil yıllardır köklerinin kurumasına izin veriyor, giderek de soluyordu. Ares'in dediklerini belki de bu yüzden umursamadan aklından geçen soruyu sorarak dile getirdi.

Ares, Büge Esil'in sorusuna verdiği cevabı anında düşündü. Ne kadar sert, ne kadar korumacı olsa da, duygusal olarak ne kadar derin bir boşluk içinde olduğunu anlamak, içsel bir savaşa sürüklüyordu onu. Büge'nin gözlerindeki boşluğu, geçmişinin izlerini görmek, Ares'in içindeki öfkenin bir nebze dindiriyor gibi görünse de, yine de savunmacı bir tavır sergilemekten alıkoyamıyordu kendini.

"Büge, senin yerin burada," dedi Ares, sesi daha sert, ama içinde bir kırılma barındıran bir tonla. "İstanbul'un denizini istediğin zaman izleyebilirsin. Ama hiçbir zaman o başını yere eğmene izin vermem. Anlıyor musun?"

Büge'nin gözleri, Ares'in sert bakışlarıyla buluştuğunda bir an için tüm zaman durmuş gibiydi. Ares'in karanlık dünyasında, her şeyin bir bedeli vardı ve bu bedel, sadece güçlülerin ödeyebileceği bir bedeldi.

***

More Chapters